Etkin Piyasalar Sorusu

Bir okuyucu sorusu daha, finanstan az bucuk anlayan herkesin cevap verebilecegi sorular:

-hisse senedi fiyatları ocak ayında daha inişli çıkışlı olmaktadır (hisse senedi nedir?)
-bir hafta fiyatı düşen hisse senedinin fiyatı ertesi hafta artmaktadır
-1995 yılında yarıya yakınportföy yöneticisi piyasanın ortalama getirisinden daha fazla getiri elde etmişlerdir
soru şu: bu örnek olayların ayrı ayrı ETKIN PIYASALAR TEORISIYLE çelişip çelişmediğini ve eğer çelişirse hangi tip etninlikle çeliştiğini yazın.burda hangi tip derken güçlü yarı güçlü zayıf etinliği kast etmiş sanırım.eğer soruyu cevaplarsanız çok memnun olurum.bu ve benzeri sorularn mantığı nedir.şimdiden teşekkür ederim

Ben en cok ucuncu soruyu begendim. Portfoy yoneticilerinin yariya yakini piyasanin ortalama getirisinden daha fazla getiri elde etmisler. Bravo vallahi, ben daha kotu performans gostermelerini beklerdim. Bir de getirileri yapilan kesintilerden/komisyonlardan sonra hesaplasalar tam super olacak. Acacagim Turkiye'ye soyle Vanguard tipi bir fon sirketi gorecekler gunlerini ama Turkiye'de bizim kafamizda yatirimci yok, herkes endeksin cok uzerinde getiriyi cok kisa zamanda elde edebilecegini dusunuyor. Zaten suruculerin %90'i da ortalamanin uzerinde araba surme yetenegine (ya da zeka seviyesine, ya da kulture, akliniza ne gelirse) sahip olduklarini dusunuyor!!!

Not: Bu arada Ekonomi Turk bugun iki yasina basti, gecen sene hatirlamadiniz, bu sene de hatirlamadiniz, cok kirildim :-(
Read More!

Yatirim Yapmayi Ogrenmek

Baska bir okuyucumuz bize yatirim yapmak konusunda bazi sorular yoneltmis, kisaca cevap verecegim:

Ben yazılarınızı ilgi ile takip eden bir okurunuzum (ekonomitürk blogunu yaklaşık 1 yılı aşkın süredir okuyorum). Ara sıra verdiğiniz yatırım tavsiyeleriniz de izliyorum. Şu anda mühendislik eğitimim üzerine yapmakta olduğum işletme yüksek lisansını bitirmek üzereyim. Size danışmak istediğim konu yatırım yapmak ile ilgili. Sizin de takip ettiğiniz ekol olan "temel verilere göre yorum (fundemental analysis)" yöntemi diğer borsa takip yöntemi olan chart takibinden gerek mantıken gerek de eğitimim nedeni ile çok daha doğru gelmekte. Fakat benim sorunum bu methodu özellikle borsa için nasıl uygulayabileceğimi bilememem. İşletme yüksek lisansı yaptığım için temel muhasebe ve makro/mikro ekonomi kavramlarını biliyorum, fakat sizin çok daha iyi bileceğiniz üzere bunlar temel analiz için kesinlikle yeterli değiller. Piyasada bir çok websitesi ve kitap var ama hangisi benim seviyeme hitap eder kestiremiyor, bir yandan da yazarı ya da doğruluğu hakkında fikrim olmadığı için seçmekte zorlanıyorum. Zaten farklı bir lisans alanından gelmenin etkisi ile bir de yaşın gençliği ve çevrede bu tür yatırım işlerine ilgi duyan pek olmayınca bende belki sizin hem bu işi profesyonel olarak yapan, hem de derin akademik eğitiminden geçmiş biri olarak bana belki tavsiye edebileceğiniz kaynak veya kitaplar olabileceği düşündüm. Kaynakların türkçe veya ingilizce olması hiç farketmez, hatta ingilizce tercihim olur çünkü tüm eğitim hayatımı ingilizce gördüm. Bir de borsa ve gerektiğinde tahvil/döviz ihtimallerini düşündürecek durumları nasıl farkedebileceğime yardımcı olacak birşey var ise onun hakkında da fikrinizi rica edecektim.

Aslinda okuyucumuzun yukarida sordugu soruya daha once burada ustu kapali olarak cevap verdik. Simdi ustunu acarak cevap verelim, sis perdesi aralansin: internet.

Genellikle bizim insanimiz interneti asne fisne veya oyun oynamak/eglence gibi amaclara yonelik bir bulus olarak algiliyor. Internetin gucunun henuz farkina varabilmis degiliz. Hindistan bunu daha iyi kavramis ulkelerden bir tanesi mesela.

Okuyucumuzun ogrenmek istedigi konu valuation. Aramaya baslamasi gereken ilk nokta dunyanin en iyi universiteleri. Oralarda valuation konusunda neler ogretiliyor, hangi ders kitaplarini kullaniyorlar, oncelikle bunlari bulmasi gerekli. MIT bir cok dersin notlarini internet uzerinden bedava paylasiyor. Columbia Universitesi bir kac tane dersin ilk bir kac haftasinin video goruntulerini internete koymus. Arayin arastirin, University of Chicago'da, Wharton'da, Stanford'da derslerin syllabus'larini bulun. Neleri ogretiyorlarmis ogrenin.

Ikinci yapacaginiz bu kitaplari internet uzerinden satin almak veya korsan sekilde kopyalamak. Satin almak istiyorsaniz genellikle amazon'da kullanilmis kitaplari ucuza alabilirsiniz, yok ben yoksulum veya para vermek istemiyorum diyorsaniz esnips sitesinden konu veya kitap ismini aratin, karsiniza mutlaka ise yarar birseyler cikacaktir. Mesela okuyucumuzun aratmasi gereken kelime "valuation". Bu aramayi yaparsa bu konunun uzmanlarindan Damodaran'in yazdigi kitaplara ulasabilir. Okuyun ogrenin, benim kesfetmedigim kaynaklari siz kesfedin digerlerine haber verin. Cok calisin. Cok calisin diyorum ama cok calismak nedir onu da tarif edeyim: haftada 80 saat calismak cok calismaktir, 60 saatin altinda calisiyorsaniz hic sansiniz yok. Bir de 100 saat calisanlar var, gelecekte cok vergi verecekler!!

Urfa'ya Oxford geleli yillar oluyor, bizimkiler chat odalarinda dolasmaktan farkedememisler. Herseyi devletten beklemeyin. Iste halep, iste arsin.

Bu konu ile diger alakali bir yazi ise Borsa Nasıl Oynanır? En Sağlam Tüyolar baslikli yazimizdir.
Read More!

Japon Yeni

Bir okuyucumuz bundna 3 hafta once yardim talebinde bulunmustu, ancak simdi el atabiliyorum. Talebi su sekilde:

JPY borçlanmayı planlıyorum ancak JPY'de forward kur ya da opsiyon alarak ters pozisyon almak hususnda tükriye de enstrüman bulamadım. dış dünyadan nasıl enstrüman satın alabilirim. yıllık sözleşme büyüklüğü yaklaşık 15000JPY. teşekkürler.....

Bilenler arkadasa cevap yazsinlar. Benim gozume takilan sozlesme buyuklugunu 15000 Japon Yeni olmasi. Bu asagi yukari 150 YTL gibi bir rakama karsilik geliyor, bence yorulduguna degmez. Kaldi ki islem masraflari da kazanmayi umdugu spekulatif getirinin cogunu yiyecektir.
Read More!

Kısa Notlar

Bu aralar fazla vaktim yok. Link bile vermeden kısa kısa notlarla yazamadığım konuları geçiştireceğim. Son bir haftada gazetelerden aklımda kalan başlıklar ya da haberler:

Eve dönüş yasası çerçevesinde, "dönüş yapan teröristin işi de hazır konutu da" şeklinde bir başlık gördüm. Muhtemelen doğru değildir ama doğru ise bu milleti dağdan inmeye değil dağa çıkmaya teşvik eder gibime geliyor.

Başka bir gazetede ara malını ithal etmeyip de yerli üreticiden alan sanayiciye vergi desteği (rüşveti) verileceği yazıyordu. Herhalde ithal-ikameci ya da korumacı politikalardan hiç ders almadık. Yazık!

Danıştay Petkim’in özelleştirilmesinde kamu yararı bulunmadığı gerekçesiyle yürütmenin durdurulmasına karar vermiş. Şu kamu yararı olayı nedir açıklasalar da anlasak. Ben de buradan Danıştay'ın bu kararında kamu yararı olmadığını söylüyorum. Kamu kadar taş tüşsün başınıza e mi!


Dani Rodrik kur konusunda nasıl kaçamak cevap verebilirim derken katekulliye gelmiş. Detayını Rodrik'in blog'undan okuyabilirsiniz ama yorumlardan şu ikisi benim çok hoşuma gitti:


It sounds like a sort of media collusion that forces you to buy two papers and average them out so as to get something that resembles the truth. Posted by: Per Kurowski | December 26, 2007 at 12:59 PM

Clearly the Turkish press exhibits rational expectations, always wrong, right on average. Posted by: Barkley Rosser | December 26, 2007 at 02:44 PM

Son olarak, kendinize bir iyilik yapın ve TCMB'nin sitesindeki son sunumu dikkatlice okuyun. Elimde olsa bütün ekonomi yazarlarını bu sunumdan sınav yapardım, çakanı işten atardım. Kaç kişi yerinde kalırdı acaba?
Read More!

Kur değişirse sonuç değişecek mi?

Kur değişirse sonuç değişecek mi?Gün geçmiyor ki gazetelerde ihracatçıların döviz kurlarından yakınmasına ilişkin bir haber çıkmasın. 26 Kasım tarihli Hürriyet’teki ‘Böyle giderse ABD'ye bir kazak bile satamayız’ başlıklı haberde düşük dolar kuru nedeniyle hazır giyim ihracatının azaldığından, hazır giyim sektörünün pazarını Çin, Hindistan, Endonezya ve Vietnam’a kaptırdığından ve hükümetin acil önlemler alması gerektiğinden söz ediliyordu. Türk Lirasının dolar karşısında değer kazanmasının tüm sektörlerde ihracatı olumsuz etkilediği bir gerçek. Ancak Hazır Giyim gibi Türkiye’nin bazı geleneksel ihracat sektörlerde sorun sadece kur ile ilgili değil gibi gözüküyor. Çünkü 2000 yılı sonrasındaki tüm TÜİK verileri ihracat performansları açısından Hazır Giyim sektörü Türkiye ortalamasının çok gerisinde kaldığını gösteriyor. Örneğin, 2004 yılında genel ihracatın artış oranı yüzde 16.3 iken Hazır Giyim sektöründeki ihracat artış oranı yüzde 6.3. 2006 yılında ihracat bir önceki yıla göre yüzde 16.4 oranında artarken hazır giyim sektöründeki artış oranı sadece yüzde 2.5. Sorun sadece kur olsaydı Hazır giyim sektörü ihracatındaki gelişmelerin genel performansa yakın olması beklenirdi.
O zaman düşük kur mazereti çok fazla açıklayıcı değil. Demek ki başka sorunlar da var.Hazır Giyim sektörü rekabet gücünü kaybediyor. Kur konusuyla fazla oyalanırlarsa hazır giyimciler çok geçmeden pazarlarını Asya’daki üreticilere terk edecekler gibi gözüküyor. Read More!

Hızlandırılmış Makroekonomi Dersi

makroekonomide bugun gelinen nokta uzerine bundan bir sure once baris ve ben birer yazi yazmistik: 1, 2. bugun bu konu uzerine, mankiw'in 1990 yilinda journal of economic literature'da yayinladigi "a quick refresher course in macroeconomics" adli makalesini buldum. mankiw, bu kisa makalede makroekonomide 70'lerde baslayan degisimi ve doksanlara kadar gelinen noktayi ozetliyor. bu arada is dunyasinin, devlet kademelerinin, basinin ve sairenin ekonomiye (ekonomi nedir?) bakarken neden eski bakis acilarini ve yontemleri koruduklarini da aciklamaya calismis. bu konularda bilgilenmek isteyen okurlamiza kultur hizmetimiz olsun: tiklayin.

not: verdigim link, makalenin nber working paper versiyonuna. nber makalelerine turkiye gibi gelismekte olan ulkelerden ucretsiz olarak ulasilabiliyor. avrupa ya da amerika'dan bir makaleye ucretsiz ulasmak icinse bir akademik kuruma ya da uye bir kurulusa mensup olmak gerekiyor.
not 2: yazi burada bitiyor. tamami icin tiklamaniza gerek yok. Read More!

Korsan Kaynak

Internet bence gecen asrin en onemli bulusu. Dunyanin kuculmesini saglamasi bir yana, bilginin paylasilmasini da inanilmaz derecede kolaylastiriyor. Bu bazen yasal yollarla olsa da bazen de yasadisi yollarla gerceklesiyor.

Genelde etik bulmasam da korsan kitaplarin internet uzerinden paylasilmasina cok da kotu gozle bakmiyorum. Bilgi zengini ulkelerden/kisilerden bilgi fakiri kisilere yapilan ucuz bir bilgi transferi olarak algiliyorum.

O yuzden de daha once esnips sitesini sizlerle paylasmistim. Burada bir cok konuda yazilmis kitaba ulasabilirsiniz. Kitaplarin cogunlugunun ingilizce olmasi kullanimini bir olcude sinirliyor. Bugun gozume baska bir site carpti: gencakademi. Bu sitede bazi turkce kitaplara ulasmak mumkun. Ek olarak Time, Fortune gibi bazi dergilerin tamamina da ulasabiliyorsunuz.

Tabii bu kaynaklari para vermeden kullanmak yasadisi bir davranis, karari size kalmis.
Read More!

Finansal Kriz Cikarsa Ne Yapmali?

Iki gun evvel hukumetin ve Merkez Bankasinin izledigi yolun kriz cikma olasiligini arttirdigini soyledim. Hatta orada da durmadim ve 2008 senesi icerisinde kriz cikacagi tahmininde bulundum. Bunun uzerine bazi okuyucularimiz borsadan cikalim mi veya dovize gecelim mi seklinde sorular yonelttiler. Simdi onlari cevaplayalim.

Birincisi krizin cikmasi benim bir tahminimdir, kesin kriz cikacaktir diye bir durum ortada yoktur. Kaldi ki hukumet tavrini degistirerek krizin cikma olasiligini azaltacak faaliyetlere ileride girebilir. Yine de ben bu faaliyetlere kriz ciktiktan sonra girilecegini dusunuyorum. Yani is isten gectikten sonra mikro reformlara baslanacaktir diye tahmin ediyorum.

Krizin cikmayacagini varsayarsak benim favori yatirim aracim kisa vadeli faiz veya enflasyona endeksli tahvil olur. Neticede kriz cikmasa bile, cikma olasiligi yuksek oldugu icin borsadaki fiyatlar yukari gitmeyecektir.

Krizin cikacagini dusunursek borsanin dusecegini, dovizin yukselecegini, piyasadaki faizlerin yukselecegini soyleyebiliriz. Yani enflasyona endeksli olmayan uzun vadeli bono tutuyor olsaniz bile kaybedersiniz. Bu durumda da en iyi yatirim araci kisa vadeli faiz veya enflasyona endeksli tahvil olarak gorunuyor.

Peki dolar alalim mi? Bu soruyu soran okuyucularima her zaman "yurtdisinda mi yasiyorsunuz ki dolar alacaksiniz?" sorusunu yoneltirim. Dovize yatirim yapmak spekulasyondan baska bir sey degildir. Kaldi ki gecen sene bu zamanlar "kriz cikacak, dolar alin" diyen bir suru ekonomisti de bu sutunlarda madara ettik. Bunun ustune kalkip kimseye dolar alin demem. Almamaniz da gerekir zaten. Dovizin yukselmesi kendisini enflasyon olarak karsimiza cikarir, paramizi enflasyona endeksli tahvillere yatirmissak zaten enflasyondan korunmus oluruz.

Ben yavas yavas borsadaki kagitlarimi satiyorum. Elimde cok uzun sure once 3.24'den aldigim ufak bir miktar ECILC hisseleri vardi, onlari da sattim. Yine de portfoyumun %55'i hala borsada. Bayramdan sonra satisa devam. Read More!

Bu Isler Adami Sisler

Bu blogda yazmaya basladigimda oldukca iyimserdim, 2006 yilinda borsa 31000'lere dustugu zamanlarda hep iyimser yazilar yazdim. Ancak iyimser tonum 2007'nin Subat ayindan itibaren degismeye basladi. Her ne kadar 2007 icin borsa 60000'i gorecek seklinde bir tahmin yapmis olsam da, Subat ayinda %4'luk enflasyon hedefinin tutmayacagini acik bir ifade ile belirttim. Ben de enflasyonun %6-7 arasinda cikacagi tahmininde bulundum.
Ben de kendimi enflasyon konusunda karamsar zannediyordum. Megersem iyimsermisim. Enflasyonun %4 cikacagini varsayan yazarlarsa hayalperest.

Daha sonrasinda hukumetin secimden once populizm politikalarini elestirdim. Secimlerden sonra da Zafer Caglayan gibi populist kisileri ekonominin direksiyonuna getirmelerini elestirdim. Eylul ayindan itibaren de Merkez Bankasini elestiriyorum. Ekim ayinin basinda bu sene sonu icin %6, 2008 icin ise %3.2 enflasyon tahmini yapiyorlardi. Gelecek senenin sonunu beklemeye gerek kalmadi. Bu sene enflasyon %8'in uzerinde cikacak gibi gorunuyor. Gelecek sene de %4'un cok uzerinde cikacak.

Merkez Bankasi Ekim ayinin basindan itibaren faizleri 3 kez 50 baz puani, toplamda da 1.5 puan dusurdu. Bu sure zarfinda da 1.5 sene vadeli faiz oranlari %16'dan %16.6'ya yukseldi. Faizlerin yuksek oldugundan, Merkez Bankasinin kisa vadeli faizleri dusurerek uzun vadeli faizleri duserecegini dusunenler iyi bir ders almis oldular. Bu arada da bonoya yatirim yapmis yabancilar (bazilari sicak para da diyor buna) yaklasik 35 milyar dolarlik portfoylerinin 7 milyar dolarini denizi fazla dalgalandirmadan disariya cikariverdiler. Dolar yukselmedi, faizler de fazla oynamadi. Bu aktiviteleri daha devam edecektir, bu sefer erken davranan pacayi siyiracak, geride kalanlar ayvayi yiyecekler.

Bu ongorulerimizle paralel olarak Morgan Stanley de Turkiye'nin agirliginin azaltilmasi tavsiyesini vermis. Ben de gecen hafta elimdeki Garanti Bankasi hisselerinin (hisse senedi nedir?) tamamini 10.8 YTL'den sattim. Boylece 1.5 yil once 4.19 YTL'den aldigim hisseleri elimden cikarmis oldum.

Turkiye'nin yakin bir zamanda ciddi bir kriz yasamasi olasiliginin oldukca yukseldigini dusunuyorum. Bu ekonomist diliyle "kriz cikacak" demektir, cikmazsa kendime kacis icin acik kapi birakmis oluyorum. Amacim sadece kriz tahmini yapmak degil, simdiden suclularin kim oldugunu belirtmek. Sonra kriz ciktigi zaman kabahati baskasinin ustune yikmaya calismasinlar.

Evet, cikacak krizin en buyuk suclusu Erdogan hukumeti ve onun bir sonraki seviyeye ulasamayan (beceriksiz) ekonomi yonetimidir. Iki senedir mikro reform yapacaklarina saz caliyorlardi. Simdi kis geliyor, karincanin agustos bocegine dedigi gibi "biraz da oynama" zamani geliyor. Ikinci kabahatli ise yukselen enflasyon ve risk ortaminda tef calan Merkez Bankasidir. Piyasadaki faizlerin Merkez Bankasiyla zit yonlere gitmesi bunun en buyuk gostergesidir. Perde onunde Zafer Caglayan'in, perde arkasinda ise diger AKP'li politikacilarin baskilarina yenik duserek hukumetin dumen suyunda hareket etmeye baslamislardir. Neticede kaybeden yine Turkiye olacak, elinde doviz tutanlar biraz rahatlayacaklardir.

Haa, kriz ciktiginda bana ABD'yi, kuresel ekonomiyi bahane olarak getirmeyin. Cin'de ve Hindistan'da kuresel ekonomi yok mu? Onlar niye %9-11 arasinda hizlarla buyumeye devam ediyorlar?

Bu aralar yazi yazmaya fazla vaktim yok. Pek istahim da kalmadi. Icimde 90'li yillara geri donuyormusuz gibi bir his uyaniyor. Dandik ekonomi politikalarinin ve politikacilarin at kosturdugu bir ortamda da benden fazla bir yorum beklemeyin. Deveye boynun egri demisler, "nerem dogru ki" demis; ben deveye boynun egri diyecek insan degilim. Read More!

Kurban Bayramı Noel Baba'ya Karşı

Ben küçükken, yani bundan yaklaşık otuz sene önce, en alafranga kutlamamız Yılbaşı idi. Ancak hatırladığım kadarıyla şimdiki gibi Noel Baba’lar etrafta dolanmaz, çam ağaçları süslenmez, ‘Jingle Bells’ tarzı Noel şarkıları bilinmezdi. En azından biz bilmezdik. Yılbaşlarına ilişkin tek hatırladığım yakın akrabaların bir evde toplanıp eğlenmesi, babalarımızın bir-iki duble rakı içmesiydi.
Biz çocukları heyecanlandıran daha çok Şeker ve Kurban Bayramlarıydı. Çünkü bu bayramlarda hem bize yeni giysiler alınır hem de el öpüp para toplardık. Hatta her bayram öncesi ortalama kaç para toplayacağımı tahmin eder, bu para ile ne yapabileceğimi düşünürdüm. Çoğunlukla da bütün parayı eğlencelik patlayıcılara, lunaparka, şekere ve çikolataya yatırırdım. Bir de mahallemize çingeneler at getirilerdi. Ona da çok binmek isterdim ama korkardım. Ancak bir ‘Tarkan’ edasıyla o ata binen abileri hayranlıkla seyrederdim.
Artık büyüdüm. Şimdi benim çocuklarım var. Onların tercihi benimkinin tam tersi. Ben fazla önemsemesem de onlar Yılbaşını, Kurban Bayramı’ndan daha heyecanla bekliyorlar. Yılbaşından önce eve bir plastik çam ağacı alınıyor ve süsleniyor. Noel Baba bir anda kendi babalarından daha fazla sevdikleri bir şahsiyet olarak karşıma çıkıyor. Tabii hediyeler beklendiği için, mecburen hediyeler de alınıyor. Ancak Kurban Bayramı’ndan önce aynı heyecanı göremiyorum. Hâlbuki her bayram, çocuğa akrabaları ziyaret ettiriyorum. Lunaparka götürüyorum, hediyeler alıyorum. Para da topluyorlar (Anneannelerinden yakınıyorlar. Çünkü bayram harçlığı vermiyor, ‘nasılsa benim param sizin paranız’ diyerek çamura yatıyormuş). Ama yine de Yılbaşı öncesi heyecanı yok.
Bu görüşü birçok kişi paylaşıyor benimle. Hatta bazıları benden daha da endişeli ‘Dinimiz, kültürümüz elden gidiyor’ diyorlar. Aslında haksız da sayılmazlar. Gerçekten de yerel kültürler, batının kültürel değerlerin ciddi rekabeti ile karşı karşıya. Peki, kültürümüzü korumak için ne yapmalı? İlk olarak, bunu dinler ya da kültürlerin savaşı olarak değil, bir pazarlama savaşı olarak görmek daha doğru. Noel ve Yılbaşı, batı piyasalarının en hareketli dönemlerinden biri. Bu günler ne kadar coşkulu kutlanırsa, kapitalistler o kadar çok satış yapabilecekler. O yüzden içlerinde Müslümanların, Yahudilerin ve diğer Hristiyanlık dışındaki dinlere mensup kişilerin de bulunduğu kapitalistler daha fazla mal satabilmek için Noel ve Yılbaşı ile ilgili her türlü sembolü sonuna kadar kullanıyorlar. Onun daha coşkulu kutlanması için ellerinden geleni yapıyorlar.
Aslında, biz sadece kendimizin bu konudan muzdarip olduğunu düşünüyoruz ama bazı batı ülkeleri de bu kültürel rekabetten şikâyetçi. Örneğin birçok Avrupalı bizim de yeni yeni duymaya başladığımız (ama ileride daha fazla duyacağımız) Cadılar Bayramı’na çok sert eleştiriler yöneltiyorlar. Oyulmuş ve aydınlatılmış balkabakları, korkunç kostümler giymiş, kapı kapı dolaşıp şeker toplayan çocuklar ve her türlü korkutucu süsleme ile özdeşleşen Cadılar Bayramı kutlamalarını Amerikan kültürel yayılmacılığının bir parçası olarak görüyorlar. Vatikan, Katolikleri, şeytan ve cehennem adına yapılan bu kutlamalara katılmamaları için uyarıyor. Ancak ne kadar direnirlerse dirensinler Cadılar Bayramı tüm Avrupa’da giderek yayılıyor. Çünkü Cadılar Bayramı da kostümleri, süslemeleri, şekerleri, partileri ile en az Yılbaşı ve Noel kadar tüketim potansiyeli yaratıyor.
Teşhisi basit bir rekabet sorunu olarak koyunca çözümü de bulmak kolay gibi gözüküyor: Nasıl Çin’den gelen malların rekabeti ile karşılaşınca bu malların gümrüklerden girişini engelleyici önlemle alıyoruz. Burada da benzer şeyleri yapabiliriz. Maalesef bu o kadar kolay değil. Çin’den gelen malları gümrükte durdurmak kolay ama iletişim tekniklerinin bu kadar yaygınlaştığı bir dönemde ülke dışından gelen enformasyonu sınırlamak çok zor. İran, Küba gibi nispeten dışa kapalı ülkeler bile bunu beceremiyorlar. O zaman tek çare ‘rekabet etmek’. Zaten korumacılık kaçınılmaz sonu geciktirmekten başka işe yaramıyor, rekabet ise güçlendiriyor geliştiriyor.
Rekabetin yolu Bayramlarımızı kapitalizmin hizmetine sunmak, onun ürünleri ile birlikte pazarlamaktan geçiyor. Zaten uzunca bir zamandır Ramazanlar daha eğlenceli hale getirilmeye çalışılıyor ama bu daha da geliştirilip ve üst sınıfları da kapsayacak şekilde genişletilebilir (onların harcama kapasiteleri daha fazla). Kurban Bayramları’nda çocuklar için cazip olmayan kanlı görüntüler yerine, çocuklara küçük sevimli oyuncak kuzular hediye edilmesi geleneği başlatılabilir. İlahilere daha popüler ritimler katılıp ‘ilahi starlar’ yaratılabilir (Ramazan Bayramında ülkemizi ziyaret eden Amerikalı İslami Hip-Hopçıları hatırlayın) vs. Bunlar ilk etapta aklıma gelenler. Kararlı kapitalistler benden daha yaratıcı fikirler ortaya koyacaklardır. Yeter ki rekabetin önemi anlaşılsın. Aksi takdirde kültürel rekabetin Çin’den gelen rekabetten daha yıkıcı etkileri olacağı aşikâr. Read More!

Büyüme polemiğine devam

Bir süre önce Uğur Gürses ile kendi kendimize bir büyüme polemiğine girmiştik. "Kendi kendimize" dememin nedeni muhtemelen bundan Uğur Gürses'in haberi olmaması. Sitemizi okuyorsa bile, tıpkı okuyan diğer böyyük yazarlar gibi, bizi muhatap almamak için yorumlara herhangi birşey yazmadı. Fakat nedense onu köküne kadar savunan Ekoturka gibi okurlarımız var. Bu nedenle bunu dolaylı bir polemik olarak kabul etmek mümkün. Bu polemiği merak edenler yukarıda linkini verdiğim yazıya bakabilir. Şimdi yeni bir özet yapacak kadar vaktim yok. Yalnız kısaca şunu söyleyeyim. Uğur Gürses, ikinci çeyrek büyüme rakamları açıklandığı zaman 2007 yılının tamamındaki büyümenin artık yüzde 4 olmasının bile zor olduğunu yazmıştı, ben ise buna katılmadığımı belirtmiştim. Yani 2007 yılındaki büyüme yüzde 4'ün altında çıkarsa Gürses, üstünde çıkarsa ben haklı çıkmış olacağım. Mesele kısaca bundan ibaret.

Üçüncü çeyrek büyüme oranı Gürses'i haklı çıkaracak yönde çıktı. Bildiğiniz gibi, üçüncü çeyrekteki büyüme sadece yüzde 1.5 oldu. Eğer yılın son çeyreğinde de böyle düşük bir büyüme oranı çıkarsa, 2007 yılının tamamındaki büyüme oranı gerçekten yüzde 4'ün altında kalacak. O zaman bükemediğimiz bileği öpeceğiz çaresiz. Fakat bu konuda henüz umudumu kaybetmiş değilim. Barış'ın yazısındaki görüşlere tamamen katılmıyorum. Üçüncü çeyrekteki büyümede gerçekten de tarım sektöründeki kuraklığın büyük etkisi var. Kuraklığın ABD ekonomisindeki etkisiyle Türkiye ekonomisi üzerindeki etkisi bir değil. ABD'nin milli geliri içinde tarımın payı yüzde 1-2 gibi birşeyken Türkiye'nin milli geliri içindeki payı yüzde 10 civarında. Birçok üründe hasat mevsiminin denk geldiği üçüncü çeyrek dönemde bu pay yüzde 20 civarına kadar da çıkıyor. Hal böyleyken tarımdaki kuraklığın büyüme üzerindeki etkisini küçümsemek hata olur. Barış, yüzde 1.5 büyüme ile yüzde 4.5 büyümeyi aynı kefeye koymuş ama bana göre aradaki fark çok ciddidir. Haa, ekonominin bu noktaya gelmesinden AKP hükümetinin geçen yılki Merkez Bankası başkan ataması süreciyle başlayan hatalarının büyük payı var tabii, o da ayrı bir konu.
Neyse, Uğur Gürses bugünkü yazısında yine bu konuya değinmiş ve haklı olarak da açıkça olmasa da övünmüş. Yazısının bir yerinde şöyle diyor: "Son çeyrekte yüzde 6.5 büyürsek, yılı yüzde 4 gibi bir büyümeyle kapatabileceğiz." Buradan bu yıl büyüme yüzde 4'ün altında olur görüşünde ısrar ettiğini anlıyoruz. Yalnız ben bu hesabı nasıl yaptığını bir türlü anlayabilmiş değilim. 1987 fiyatlarıyla ve bin YTL olarak GSYİH geçen yılın dördüncü çeyreğinde 38.514, yılın tamamında ise 155.732 idi. Bu yılın ilk üç çeyreğinde 121.670 bin YTL'lik GSYİH yaratıldı. Son çeyrekte yüzde 6.5 büyüme olsa GSYİH 41.017 bin YTL olur ve bu da yılın tamamındaki GSYİH'yi 162.687 bin YTL'ye çıkarır. Bu durumda 2007 yılının tamamındaki büyüme yüzde 4.5 olur. Benim hesaplarıma göre, 2007 yılının tamamındaki büyümenin yüzde 4'ün altında kalması için, son çeyrekteki büyümenin yüzde 4.5'in altında çıkması lazım. Yani 2007 yılı büyümesinin yüzde 4'ün altında kalması için son çeyrekteki sınır büyüme Gürses'in hesapladığından 2 puan daha düşük. Büyüme aritmetiği konusunda birimiz yanlış yapıyoruz ama hangimiz anlayabilmiş değilim. Haa, son çeyrekte büyüme yüzde 4.5'in altında çıkamaz mı derseniz çıkabilir tabii. Ekim ayında sanayi üretimindeki artışın yüzde 7.9 olması bu açıdan olumlu oldu ama bu artışta geçen yılın ekim ayında bayram tatilinin hafta içine denk gelmesinden kaynaklanan baz etkisinin rolü büyüktü. Sanayinin kasım ve aralık aylarında göstereceği performans bu açıdan daha önemli olacak. Tarımın payının yılın son çeyreğinde azalacak olması da olumlu bir nokta. İç talepte üçüncü çeyrekte görülen toparlanma da devam ederse son çeyrekte üçüncü çeyrektekinden daha yüksek bir büyüme görülebilir. Fakat yüzde 4.5'in üzerine çıkabilir miyiz onu henüz bilemiyorum. Bakalım, göreceğiz.
Read More!

Kuraklık.. yok yaa! Essah mı?

Daha geçen hafta kendisini övdüğümüz ekonomi bakanı Mehmet Şimşek Ankara havasına alışmaya başlamış. Ya Ekonomi Turk okuyor ve biz ne dersek tersini yapacak ya da koltuğunun tehlikede olduğunu farketti. Son sözleri ile iyi kıvırmış. Neymiş: Bakana göre geçici şokmuş: "Büyümede bir arz şokuyla karşı karşıyayız. Tarım sektöründeki küçülme beklenenin epey ötesinde... Onun katkısı önemli..." demiş sayın Şimşek. Bakan başka nedenler de bulmuş ama en öne tarımı koyduğuna göre günah keçisini bulmuş olmalı.

Amerika'da kuraklık yok onlar bizden hızlı büyüdü üçüncü çeyrekte! Hem subprime krizi de onları etkilemiyor canım, ne alaka şimdi! (Amerika diyorum Çin falan demedim dikkat ederseniz. Amerika yüzde 3 büyürken bizim yüzde 9 büyümemiz lazım!)

Yahu dalga mı geçiyorsunuz adam mı seçiyorsunuz! Duyan da Türkiye'yi tarım ülkesi falan sanacak. Tarımın eti ne budu ne? Tarım yüzde 10 büyümüş olsaydı büyüme oranı kaç olacaktı? Yüzde 7 mi yüzde 8 mi? Hani şu ortalamayı yüzde 7.4'e yükselttik dediğiniz türden. Siz susun ben söyliyeyim: Tarım sektörü yüzde 8 küçülme yerine yüzde 10 büyüse idi (bu tarım sektörü için çok ciddi bir büyüme oranıdır) GSYH toplam yüzde 4.5 büyüyecekti. Aman ne yüksek ne yüksek! 2003 yılında tarım sektörü yüzde 2.5 küçülürken GSYH yüzde 5.8 büyümüştü. 2004 yılında tarım sadece yüzde 2 büyürken, GSYH büyümesi yüzde 9 oldu. Bakan Şimşek bu rakamları bizden daha iyi biliyordur ama neyse!

Sen bütçeden har vurup harman savuracaksın, enflasyonla mücadele diyeceksin ama sadece dalga geçeceksin; fındıkçılara mı versem, bakkalları mı kurtarsam yoksa basına mı el atsam diye uğraşacaksın. Bütçe açığı iki katından fazla artacak. İki senedir reform reform edebiyatı yapıp sıfıra sıfır elde var sıfır durumuna düşeceksin. 2001-2005 dönemindeki reformların ve düzelmenin kaymağını yiyerek 2006 ve 2007'de yan gelip yatacaksın. Sadece adı reform olan Sosyal Güvenlik kanununu bile erteleyip duracaksın. Sosyal devlet adı altında harcamalara gaz vereceksin. İşte size sosyal güvenlik reformu, işte size 301. madde, işte size AB reformları. 2 senedir hangisinde ne kadar mesafe aldınız? Şimdi de bir yandan enflasyon düşmeyecek bir yandan büyüme yavaşlayacak. Bahaneye gelince ikisine de aynı terane: arz şoku. Yok yaa!

Arz şoku falan değil, son iki senede yapılanların ve yapılmayanların sonucunu görüyoruz. Anlayacağınız hurma yiyiyoruz. Oysa denenmiş ve başarıya ulaşmış bir strateji var: Enflasyonu düşür, kamu harcamalarını kes, ekonomiden elini ayağını çek, özelleştirmeleri yap (hatta önüne gelene peşkeş çek ona da razıyız!) al sana hızlı büyüme! İnanmayan 2002-2005 arasına baksın. Şimdi küresel koşullar falan demeyin. Gerçi bakanın bahaneleri arasında o da var. Araştırmaya meraklı okuyucumuz varsa 2003 ve 2004'teki küresel durumun bir haritasını çıkarsın da eğlenelim hep beraber! (Irak var ya Irak, hani şu güney komşun, orada savaş çıkmıştı emmi, hatırlıyong mu?)

Bu sene başında, Mart ayında "Krize geri sayım" başlıklı yazıda ne yazmışız: "Özetle, hükümet harcama musluklarını açmıştır. Böylece 2008-2009 krizlerine ilk adım atılmış oldu. Demek ki 1994-2001 krizlerinden hiç ders almamışız. Şu anda hükümetin gündeminde de bütçe disiplini değil, nereden KDV indirebiliriz, kime nasıl teşvik (rüşvet) verebiliriz, istihdamı nasıl artırabiliriz (KİT'lere adam alsaydınız?), özelleştirmeleri nasıl erteleriz, sosyal güvenlik reformu yetişmez (nereye yetiştirecekler anlamıyorum, yetiştirmek için son 3 ayda ne tür bir hazırlık yapmışlar bunu da merak ediyorum) gibi konular var." (Güncel not: Ulan şu sosyal güvenlik kanunu da ne yetişmez bir şeymiş yahu!)
Alıntıya devam (Link veriyorum kimse okumuyor arkadaş, ama sıkılanlar bunu da okumasın):

"Şimdi madde madde neden kriz beklediğimi açıklayayım.

1- Cari açık artıyor diye tir tir titreyip kriz gündemi oluşturanlara karşı çıktık, ara sıra dalga geçtik. Cari açık tek başına kriz yaratmaz, ama bütçe açığı yaratır.

2- Bütçe açığının artması demek borçlanmanın artması demek, dolayısıyla faizlerin artması demek. Şimdi faizler yüksek diyenleri, faizler daha da yükselince göreceğiz, bu günleri mumla arayacaklar.

3- Popülist politikalarla iktidarını koruyan hükümet olmamıştır. (AKP'de bunu görebilen üç-beş aklı adam yok mu yahu?) Diğer bir deyişle kılıçla gelen kılıçla gider. Bu da koalisyonlar dönemine yeniden merhaba demek. Türkiye'de koalisyonların ortalama ömrünün ne kadar olduğunu hiç hatırlatmayalım.

4- Seçim harcamaları ve popülist uygulamalar nedeni ile 2007 yılında yüzde 6-7 civarında bir büyüme görülebilir. Böylece halkımız son üç-beş senedir dillerde dolaşan "hormonlu büyüme"nin ne demek olduğunu bizzat yaşayarak öğrenme şansını elde edecektir. Bu hurmaların acısı da 2008-2009 döneminde çıkacaktır, daha sonra da kabak iktidarın (-ki 2010 yılında muhtemelen erken seçime gidilecektir) başına patlayacaktır.

5- 2008-2009 krizleri sonrasında bazılarının için için bayram edeceğini söylememe gerek var mı bilmiyorum?
"

Daha sonra Temmuz ayında, seçimlerden önce politik atmosferden boğulup yazmıyorum artık ekonomi diye tövbe ettiğim (gerçi tutamadım) dönemde de şunları yazmışım (Linklere tıklayanlar varsa bir de şu var:Balık hafıza):

"Kriz beklentimde bir zayıflama olmadı, aksine kuvvetlendi. Ancak son 6 yıldaki reformlar sayesinde 2001 benzeri bir ani çöküş değil, daha uzun vadede ama kritik sonuçları olan bir duraklama bekliyorum. Bunu kısaca yüzde 7'lerin üstünde olan yıllık ekonomik büyüme ortalamasının kademeli olarak yüzde 3-4 aralığına düşmesi olarak ifade edebilirim. Zaten iki ay önceki yazımda da kriz için 2008-2009 yıllarını işaret etmiştim. Bunda da şimdilik herhangi bir revizyon yapmayı düşünmüyorum."

Yazı uzadı toparlayalım. Yüzde 1.5'lik büyüme şok mok değil bir güzel ŞAMARdır (anlayana)! Gelişmeler beklentimden önce gerçekleşmeye başladı. Tez elden enflasyon, bütçe ve reformlar konusunda ciddi adım atılmazsa şamar oğlanına döneceğiz. Söylemedi demeyin!. Ha, bu da kriz çığırtganlığı değildir, resesyon beklentisi değildir, bir kriz olsa da şakkada şukkada oynasak temennisi hiç değildir. Bu yoldan dönüş var ve bu bizim kendi seçimimiz! Ama kriz çıkarıp Amerikan uşaklarını ya da IMF'yi suçlamak da bir tercih tabi! Read More!

Laf Cok Icraat Yok

Oncelikle Ugur Gurses'i dogru cikan 3. ceyrek buyume tahmininden oturu kutluyoruz. Bravo! 2007'nin tamami icin yaptigi tahmin dogru cikmasa bile kendisini hirpalamayacagiz.

Ote yandan ekonominin direksiyonunda olanlar hala laf uretip icraat yapmamakta direniyorlar. Secimlerin uzerinden 4.5 ay zaman gecti yaptiklari tek sey vergileri ve fiyatlari arttirmak oldu. Gecmiste bu strateji dogru strateji idi ama bundan sonra isleyecegini zannetmiyorum. Neticede bu hukumet de Fatih Terim gibi olacak gibi gorunuyor.

Buyume rakamlarindan sonra Unakitan'in ve Simsek'in kivirma cabalarina Hurriyetteki su haberde rastliyoruz. Ayni haberde ise Rifat Hisarciklioglu'nun uzun suredir yaptigi en dogru yoruma da ulasiyoruz:

"Büyüme hızındaki çarpıcı yavaşlama, ne uluslararası gelişmelerle ne de olağan dışı olumsuz iklimin etkisiyle ne de tarımda yaşanan küçülmeyle izah edilebilir. Zira bunların dışındaki sanayi, yatırım, mal ve hizmet ihracatı gibi temel alanların hepsindeki büyüme oranlarında ciddi gerilemeler görülmektedir. Bizce bunun temel nedeni, reform sürecinin devamında anlaşılması güç bir şekilde içine girdiğimiz rehavet ve atalettir."

Vaktim oldugunda ekonominin genel gorunumu hakkinda detayli bir yazi yazacagim, simdilik Hisarciklioglu'nun yorumlariyla avunun.
Read More!

Sosyal Guvenlik Uygulamalarinin Maliyeti

Bu aralar vaktim hic yok, o yuzden soyle etrafli bir yazi yazmak yerine ufak bir yorum yapmayi tercih ettim bu sefer. Turk ekonomisinin en onemli sorununu bugunlerde Deniz Gokce tartisiyor. Hakli olarak basinin bu konuya hakettigi onemi vermedigini soyluyor. Basin felaket tellalligi yapmayi seviyor ama is populizm ve felaket tellalligi arasinda secime gelince ibre populizmden yana agir basiyor anladigim kadariyla.

Konu Sosyal Guvenlik Sistemindeki asagi yukari 15 yildir suren gerizekali uygulamalarin ulkeye maliyeti. Calisma Bakani maliyeti bugunun parasiyla 851 milyar YTL hesaplamis. Deniz Gokce de buna ek olarak bu uygulamanin her sene ayrica 25 milyar dolarlik bir ek yuk getirdigini belirtmis. Bahsettigi yillik acik miktari, uygulamanin gercek maliyeti senelik 25 milyar dolardan daha fazla aslinda.

Sosyal Guvenlik sistemimiz Turkiye'nin demografik yapisini dikkate aldigimiz taktirde her sene %3 civarinda fazla vermesi gereken bir sistemdir. Oysa biz %5 acik veriyoruz. O yuzden kabaca maliyetin 25 milyar dolar degil, 40 milyar dolar oldugunu belirtelim. Ayrica bu acigi finanse etmek icin arttirilan vergilerin ekonomide yarattigi carpikliklarin ve verimsizliklerin de maliyetini bu hesabin icerisine katmiyoruz. Olay gorundugunden daha vahimdir. Hukumetin yapmaya calistigi reform bana kalirsa Sosyal Guvenlik canavarinin disinin kovugunu da doldurmaz.

O yuzden ben bu konuda umut verici bir gelisme olmasini umit etmeyi birakin, aklimdan bile gecirmiyorum. Bu yazinin amaci icinizi karartmak degildi tabii ki. Aklinizi basiniza alin ve 20 yil sonra emekli olacaksaniz simdiden para biriktirmeye baslayin, yoksa Halk Ekmek kuyruklarinda cok zaman harcamak zorunda kalabilirsiniz.
Read More!

Mehmet Şimşek gidici

Bu tahmini daha önce yapmıştık. Ekonomiden sorumlu devlet bakanı Mehmet Şimşek yine deliler köyündeki akıllı rolüne soyunmuş ve Türkiye'de ücretler yüksek demiş. Bakan doğru söylemiş ama bu köyde bu akıllıyı fazla yaşatmazlar. Bakan detaylı verilerle OECD ülkeleri ile kıyaslama yapmış söylediklerini ispat etmek için.

Ama aklın yolu bir. Fazla hesap yapmaya gerek yok.

Sadece işsizlik oranının seviyesi bile ücretlerin yüksekliğine işaret ediyor. Sen pazarda pahalı diye elma almıyorsan şirketler de aptal değil. Maliyet yüksekse fazla eleman istihdam etmiyorlar. Çünkü istihdamın ayrı bir maliyeti, işten çıkarmanın ayrı bir maliyeti var.

Pazarda elmalar satılmazsa fiyatlar akşama doğru iner ve daha çok kişi elma alır. Ama bizdeki abidik gubidik kanun ve kurallarla ne ücretler iner, ne de şirketler mecbur kalmadıkça işe eleman alır.

Bu arada olan satılmayan elmalara oluyor. Elmalar satılmazsa ne olur? Çürür. Bizdekiler de ya Polat Alemdar oluyor, ya tetikçi oluyor, ya da dağa çıkıyor. Bunda şaşılacak birşey yok.

Ek: Gözümüzden kaçmış. Bir akıllı laf da diğer devlet bakanı Nazım Ekren etmiş: (Güneydoğuyu kastediyor) Bölgede işsizlik değil, mesleksizlik var.

Bakalım bu akıllıları bu köyde ne kadar yaşatacaklar?

Ikinci edit: Bir grup geri zekali (pardon zircahil) sozluk yazarinin konu hakkindaki yorumlarini okursaniz deliler koyu ile ne demek istedigimi anlayacaksiniz. Hurriyet'in yorumlarinda bile akilli uslu bir iki yorum cikiyor bazen. Yurdum gencligi ne hale gelmis!
Read More!

ESnips: Kitap Cenneti

Parasi olmayan ama okumaya merakli, ayni zamanda baskalarinin telif haklarini cignemekten cekinmeyenlerin aradiklari bir cok kitaba ulasabilecekleri bir kaynak var.

Mesela Orhan Pamuk'a giciksiniz ama kitabini da okumak istiyorsunuz, o zaman bu siteyi kullanarak "my name is red" isimli kitabina ulasabilirsiniz.

Ya da GMAT'e hazirlanacaksiniz ama kitaplara verecek paraniz yok, "gmat" diye arama yaptiginiz zaman karsiniza istemediginiz kadar kaynak cikacaktir.

Veya yatirimlar konusuna meraklisiniz, "investments" diye arama yaparsaniz bir suru kitaba ulasabilirsiniz.

Urfa'da MIT vardi da biz mi gitmedik diyenlerin artik bahanesi pek kalmadi. MIT sayfasindan ders notlarina, esnips'ten de ders kitaplarina ulasabiliyorsunuz. Kendi kendinize ogrenin iste. Ingilizce bilmiyorsaniz aramaya "learn english" diye baslayabilirsiniz.
Read More!

Fırsat Eşitliği

27 Ekim tarihli Aksam gazetesinde Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanmasına yönelik yeni sistem öneriyor. Gazeteden aynen alıyorum: ‘Hakkari’nin Çukurca İlçesi’nde eğitim alan öğrenciyle Ankara’nın Çankaya, İstanbul’un Nişantaşı’nda okuyan çocukların aynı tartıya konulduğunu belirterek, “Gündeme pek fazla getirilmeyen önemli bir fırsat eşitsizliği konusu da budur. ABD’de dezavantajlı bölgelerle ilgili çeşitli uygulamalar var. Dezavantajlı bölgelere ek puan verilmesi konusu kamuoyunca tartışılmalı. Biz bakanlık olarak, böyle bir çalışma yürütmüyoruz. Ama bu konu yazarlar, çizerler, eğitimciler tarafından tartışılarak bir kamuoyu oluşturulmalı” diye konuştu.’ Madem Bakan istemiş tartışalım:

- Bazı insanlar hayat yarışına daha avantajlı bir noktadan başlar. Bazıları, diğerlerine göre daha zengin, daha güzel, daha akıllı, daha sağlıklı olarak dünyaya gelir. Bu farklılıkları ortadan kaldırmak mümkün değildir. Hadi fakirlere sınavda ilave puan verip zenginlerle eşitledik diyelim. Peki, fırsat eşitliği adına çirkinlere estetik mi yaptıracağız? Aptalları dışardan müdahale ile akıllı yapmak mümkün olmadığına göre fırsat eşitliği adına zeki çocukların kafasına sopayla vurup aptal mı edelim?
- Yarışa önde başlamak avantaj sağlasa da önde bitirmeyi garanti etmez. Farkı yaratan fırsatlar değil fırsatları kullanabilme becerisidir. Dünya, hayat yarışına çok geride başlamış olmasına rağmen milyonlarca rakibine ‘tur bindirmiş’ örneklerle doludur.
- Hedef dışarıdan müdahalelerle farklılıkları ortadan kaldırmak değil, dışardan müdahalelerle suni farklılıklar yaratmamaktır. Çukurcalı öğrenciler için yapılması gereken tek şey, onların sadece Çukurcalı olmasından dolayı iyi okullara gitmesini engelleyecek uygulamaların oluşmasını önlemek, varsa ortadan kaldırmaktır. - Fırsat eşitliği tembelliği teşvik eder. Ben bugün çocuklarıma iyi bir eğitim sağlayabilmek için üç işte birden çalışıyorum. Hedefim çocuklarıma benim kadar çalışmayan babaların sunamadığı fırsatları sunmak ve onların önüne geçirmek. Devlet sürekli benim yaratmaya çalıştığım farkları kapatacaksa ben neden daha fazla çalışayım ki?
Read More!

İstanbul'da yaşamak ucuz

Yeni Şafak gazetesindeki habere göre, Başbakan Erdoğan "İstanbul'da yaşamanın bir bedeli olmalı" demiş. Sonra da "Bizler bu işler için varız" diye de eklemiş. Daha önce İstanbul'un belediye başkanlığını yaptığından herhalde, sonunda adam akıllı bir laf etmiş.

Haberden bir kaç alıntı daha yapayım:

Geçtiğimiz yaz aylarında tedirginliğini yaşadığımız susuzluk tehlikesiyle inşaallah bir daha karşılaşmayacağız. Tabii bunlar yeterli mi? Bu nüfus böyle artmaya devam ettikçe İstanbul'da işimizin zor olduğunu da hatırlatma zorunluluğu var. Onun için buna da çözüm getirmek durumundayız. Yani İstanbul sürekli olarak bu göçü almaya da mahkum olmamalı.

Dünyada New York, Paris, Londra böyledir. Orada yaşamanın bir farklı bedeli vardır. İstanbul bu noktada çok ucuz illerden biri. Burada bir bedel yok. İsteyen istediği yere gelip bir binayı konduruveriyor. Devletin hazinesinde kondurulmuş bir bina, öbür tarafta hanımının kolundan bileziğini satarak daire alan bir insan... Ama ikisi eşit. Olur mu böyle şey? Olmaz. Burada bir adaletsizlik doğar. O kaçak binayı yapana da devlet ne yapıyor? Elektriği de götürüyor, suyunu da götürüyor. Bütün bu imkanlardan da istifade ediyor. Bu noktada bir adaletsizlik var. Bunların bir düzene konması lazım. İşte biz bu düzeni kurmak için varız ve bunu yapmaya da hazırız.

İstanbul'da yaşamak ucuz. Ucuz olduğu için de talep yüksek. Normal şartlar altında yüksek talebin fiyatları yükseltmesi lazım. Yıllardır süren gecekondu müessesesi İstanbul'un ucuz olmasının sebeplerinden bir tanesi. Ama şimdi başka faktörler de var. Başbakanlığa bağlı olan TOKİ İstanbul'a ucuz konut yapmak için uğraşıp duruyor. AKP'nin elinde olan Büyükşehir Belediyesi de İstanbul'da yaşamayı ucuzlaştırmak için elinden geleni ardına koymuyor. Örneğin, halk ekmek. Örneğin, ucuz ulaşım. Örneğin, kira artışlarına sınırlama getirilmesi (Bu sınırlama şu an yürürlükte mi emin değilim). Bütün bunlar neyle yapılıyor? Vatandaşın cebinden çıkan parayla.

Siz bir yandan İstanbul'da yaşamayı ucuzlaştırmaya çalışacaksınız, bir yandan da insanlar neden İstanbul'a geliyor diyeceksiniz. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?

Bugün trafik başta olmak üzere İstanbul'un karşı karşıya olduğu çoğu problem fiyat mekanizmasının işletilmemesinden kaynaklanıyor. Örneğin, sürekli sıkıntı yaratan köprü trafiğini bir gecede çözmek mümkün. Nasıl mı? Köprüden geçiş ücreti 100 YTL olsun. Trafik yoğunluğu şıp diye kesilecektir. Tabi ben 100 YTL rakamını örneğin vuruculuğunu göstermek için kullandım. Çeşitli kombinasyonlar denenebilir. Trafiğin yoğun olduğu zamanlarda yüksek, diğer zamanlarda düşük olmak üzere ayarlamalara gidilerek trafik yoğunluğu gün içerisine yayılabilir. Yeni yapılacak köprülerle birlikte değişik fiyatlar uygulanarak değişik kombinasyonlara gidilebilir. Aynı ücretlendirme mekanizması başka alanlarda da uygulanabilir. Trafiğin kilitlendiği ana arterler ücretli hale getirilir, merkezi yerlerde otopark ücretleri yükseltilir vs.

İstanbul'da yaşamak insana farklı alternatifler sunuyor, farklı getirisi var. İstanbul'un sürekli göç alması İstanbul'da yaşamanın fiyatının düşük olduğunu gösteriyor. Ama biz İstanbul'da yaşamakla Sivas'ta yaşamanın maliyeti eşit olsun ama insanlar Sivas'tan İstanbul'a göç etmesin istiyoruz. Yani BMW ile Doğan görünümlü Şahin'i aynı fiyata satıp insanlar neden BMW almak için saldırıyor diye soruyoruz.

İstenildikten sonra çözüm bulmak zor değil. Ama hem herşeyi ucuz yapayım hem de kimse gelmesin denilince işler arapsaçına dönüyor.
Read More!

Makroekonominin Mikro Temelleri

baris makroekonomiyle ilgili bilinenler ve bilinmeyenler uzerine bir yazi yazmisti. ben de yazinin altina makroekonomik sorularin cevaplarinin ekonomilerin mikro sartlarina bagli olduguna iliskin bir yorumda bulunmustum. meger baris bu konuya devam edip benim bahsettigim seylere deginecekmis. o yuzden konu yorumlar arasinda kaynayip gitmesin diye, o yorumu halihazirda okumamis olanlar icin buraya ayrica post ediyorum.

makroekonomiyle ilgili bilinmesi gereken en onemli sey bence su: makroekonomik olaylarin temelleri mikroekonomiktir. bir ekonomide bireyler, firmalar ve benzeri iktisadi aktorler iktisadi kararlar alirlar. mesela bireyler tuketimlerine, tasarruflarina, ne kadar calisacaklarina ve saireye; firmalar kullanacaklari girdilerin miktarlarina, uretimlerine, yatirimlarina ve saireye karar verirler. makroekonomik degiskenler bu kucuk aktorlerin binlercesinin yaptiklari secimlerin toplami neticesinde ortaya cikarlar. o yuzden mikroekonomik teoriden kopuk makroekonomi teorisi olmaz. baris'in sozunu ettigi efsanelerin tamami bu tip mikro temelleri zayif teoriler.

mesela birisi bize enflasyonu dusurmek icin buyumeden feragat etmek gerekir dedigi zaman, enflasyonu dusurmek icin izlenecek yolun nasil bir mekanizma yoluyla buyumeyi etkileyecegini sorgulamaliyiz. toplam degiskenlerin temellerinde ekonomik aktorlerin secimleri yattigina gore, eger iddia dogruysa enflasyonu dusurmek icin uygulanan politikalarin ekonomik aktorlerin davranislarini etkilemesi ve bu yolla da buyumeyi dusurmesi gerekir. peki bu aktorlerin davranislari soz konusu politikalardan nasil etkilenir? bu konuda belki yuzlerce teori ortaya atilabilir. bu teorilerden, "a, b, c" sartlari saglanirsa falanca iktisadi mekanizma yoluyla firmalarin uretimlerini arttiracagi ve bunun buyumeye pozitif etkisinin olacagi, ama bunlar saglanmaz ya da bir baska "x" sarti ortaya cikarsa filanca mekanizma yoluyla tersi olacagi gibi sonuclar cikar.

tabii, enflasyonu dusurursek buyume artabilir de azalabilir de gibi bir sonuc kimseyi kesmez, kesmemeli. o yuzden elimizdeki teorilerden gecerli olamayacaklari eleyip ise yarar olanlari ortaya cikarmaliyiz. bu da nasil olur? ulkedeki iktisadi aktorlerin davranislarini, sektorlerin yapilarini, piyasa iliskilerini iyi bilir ve anlayabilirsek olur. bunun yolu da daha cok mikro odakli ampirik calisma yapmak ve makroiktisatcilara ekonominin temellerine iliskin modellerini kurarken kullanabilecekleri bilgiler saglamak. mikroekonomik gerceklerle tutarli makroekonomik modeller, makroekonomik sorunlarin cevaplanmasinda daha etkili olacaklardir. ilginc degil mi? iyi makro model kurabilmenin yolu, oncelikle uygulamali mikroekonomicilerin islerini iyi yapmasindan geciyor. tabii onun icin de yeterince ve kaliteli mikro veri olmasi, yani istatistikcilerin isini iyi yapmasi lazim.

ozetle, Lucas kritigi iste. mikro temelleri olmayan, hele hele beklentileri dikkate almayan modeller eninde sonunda cuvallar. ozellikle iktisat (iktisat nedir) politikalarinin uygulanmasinda bunlardan zinhar uzak durmak lazim.

ek: ekonomide kanunlara rastlanamamasinin sebebi mikro sartlarin degiskenlik gostermesi olmali. mesela baris'in sozunu ettigi "giffen good" ornegi 19. yuzyil irlandasindaki patates kitliginin incelenmesiyle ortaya cikmis. daha incelersek kimbilir ne istisnalar buluruz. tabii, iktisadin insan davranislarini inceleyen davranissal iktisat ve bunlarin altinda yatan biyolojik temelleri inceleyen noroiktisat gibi yeni yeni gelisen mikronun da mikrosu alanlari var. belki temellere indikce, iktisatta da bir takim temel kanunlar bulunabilir.
Read More!

Ethanol

Dünkü Wall Street Journal'ın manşeti: Ethanol Craze Cools As Doubts Multiply. Daha bir kaç yıl önce kutsal alternatif haline gelen ethanol, habere göre bazılarının gözünde -ki bunların arasında çiftçiler de var- iyice düşmüş. Yazıda from panacea to pariah denmiş. Bir kaç yıl önce mucize gibi takdim edilen ethanol piyasasında işler iyi gitmiyor. Mısır fiyatları yükselirken ethanol fiyatları düşüyor. Bir yanda azalan karlılık diğer yanda yükselen tarım fiyatları, hisse fiyatlarının sürekli aşağı gitmesi de cabası.

A recent study by the Organization for Economic Cooperation and Development concluded that biofuels "offer a cure [for oil dependence] that is worse than the disease." A National Academy of Sciences study said corn-based ethanol could strain water supplies. The American Lung Association expressed concern about a form of air pollution from burning ethanol in gasoline. Political cartoonists have taken to skewering the fuel for raising the price of food to the world's poor.

Last month, an outside expert advising the United Nations on the "right to food" labeled the use of food crops to make biofuels "a crime against humanity," although the U.N. Food and Agriculture Organization later disowned the remark as "regrettable."

Yazıda daha ilginç bölümler de var. ABD mısır bazlı ethanol üretiminde lider ve Amerika'daki ethanol üreticileri federal hükümetten galon başına 51 cent alıyorlar. Ethanol sektörü ayrıca yüzde 54'lük gümrük vergisi ile korunuyor.

Ancak şimdilerde bir yanda ethanol lobicileri, bir yanda tarım sektörü lobicileri, bir yanda petrol lobicileri var. E tabi çevreciler de maydonoz olmazsa olmaz. Bir de diğer gıda üreticileri var ki bunlar da artan fiyatlardan ve maliyetlerden yakınmakta. Tarım sektöründe ise önceki yıllardaki tatlı kar artık yok. Ama başta mısır olmak üzere bir çok tahıl fiyatının yükselmesinden özellikle hayvan yetiştiricileri oldukça rahatsız olmuş durumda. Yükselen gıda fiyatları tüketiciyi de vuruyor ama onların lobicileri yok.

Ethanol yakıtı üreticileri devletten benzine konulacak minimum ethanol oranını yükseltmesini bekliyorlar. Bu hikaye size tanıdık geldi mi?

Bütün bunlar da adı serbest piyasa olan ABD'de gerçekleşiyor.
Read More!

Makroekonomi Nedir: bilinenler ve efsaneler

Makroekonomi veya makro iktisat nedir? Ekonomi henüz çok genç bir bilim. Öyle ki; bundan yüz yıl önce makroekonomi ve mikroekonomi arasında ayrım bile yoktu. Diğer bilim dallarında görülen "kanun"lara ekonomide pek rastlanmaz. Örneğin yerçekimi kanunu adı üstünde kanundur, istisna kabul etmez. Ekonomide ise böyle kanunlara pek ratlayamazsınız. En güçlü argümanlardan biri olan "talep kanunu"nda, yani "bir malın fiyatı artarsa o mala olan talep azalır" kuralında bile "Giffen good" gibi istisnalar vardır. Bugün gelinen noktada ekonomi biliminde, özellikle de makroekonomide bilinenler çok azdır buna karşılık ortalıkta bir sürü efsane ve hurafe dolaşmaktadır.

Efsanelere örnek verelim: Vergi oranları düşürülürse vergi tahsilatı artar. İthalata sınırlama koymak cari dengeyi ya da dış ticaret dengesini olumlu yönde etkiler. Enflasyonu düşürmek için büyümeden fedakarlık etmek gerekir. Sürekli yatırım yapmak uzun dönemde büyüme ve kalkınma hızını artırır. Vergi indirimlerinden hep zenginler karlı çıkar. Afrika ülkelerinin borçları silinse bu ülkeler açlıktan ve fakirlikten kurtulur.

Buna benzer efsaneler çoğaltılabilir.

Peki Makroekonomide (iktisat nedir) bugün neleri biliyoruz diye sorarsak, sadece bir kaç maddede bildiklerimizi sıralayabiliriz:

1. Uzun dönemde, bir ekonominin mal-hizmet üretme kapasitesi, vatandaşların yaşama standardını belirler. Mal-hizmet üretme kapasitesi ise fiziki sermaye, insan kaynağı ve teknoloji üçlüsü tarafından belirlenir.

2. Kısa dönemde, toplam talep üretim miktarını etkiler. Şoklar ve uygulanan mali/parasal politikalar yıldan yıla dalgalanmalara sebep olur.

3. Uzun dönemde, para arzının büyüme oranı ve her türlü parasal genişleme enflasyon oranını belirler ama işsizlik üzerinde etkisi yoktur. İşsizlik oranı, işgücü piyasasının esnekliği, iş bulma oranı ve işten ayrılma oranı tarafından belirlenir. Enflasyonla işsizlik arasında bir negatif ilişki ya da "tradeoff" yoktur.

4. Kısa dönemde mali ve parasal politikaları kontrol eden politika yapıcıları enflasyon oranlari ve işsizlik arasında bir tercihle karşı karşıya kalabilir.

5. Beklentiler önemlidir.

Bilinenler bu kadar. Bir de henüz tam olarak cevaplanamamış ve tartışmaların devam ettiği konular vardır:

1. Uzun dönem ekonomik büyümeyi sağlamak için uygulanması gereken reçete nedir?

2. Politika yapıcıları ekonomide istikrarı sağlamak için nasıl bir politika izlemelidirler? Aktif mi olmalıdırlar, pasif mi? Yoksa politikalar bir kurala göre mi belirlenmelidir?

Bu soruyu cevaplamadan önce cevaplanması gereken başka bir soru vardır: Politika yapıcıları isteseler bile acaba ekonomide istikrarı sağlayacak politika enstrümanlarına sahipler midir?

3. Bütçe açıkları ne kadar önemli bir problemdir? Bütçe açıkları gerçekten tasarruf miktarını dolayısıyla da yatırımları düşürür mü? Yoksa tasarruf miktarında bir artışa mı neden olurlar? Yoksa bütöe açıklarının hiç bir etkisi yok mudur?

Bu sorulara yenileri eklenebilir. Ama bilinen birşey varsa, o da bildiklerimizin çok az olduğu gerçeğidir.
Read More!

Amerika'da Yeni Araba Nasil Alinir?

Bu hafta bir tanidigim yeni araba aldi, ben de kendisine yardim ettim. Amerika'da birinci el araba piyasasi diger piyasalardan farkli. Otomobillerin etiket fiyati olmasina ragmen satis fiyatini galericiler belirliyorlar. Yani tam bir at pazarligi.

Bizim arkadas Honda Pilot 4WD marka SUV'i almaya karar vermis ve arabanin da etiket fiyati $29630. Tabii bu arabanin ciplak fiyati, bunun uzerine de eyaletine gore satis vergisi ve islem masraflari biniyor. Islem masrflari $300 civarinda satis vergisi de genellikle %6-8 arasinda degisiyor. Florida gibi eyaletlerde satis vergisi sifir. Pazarlik yapilan fiyat galericinin eline gececek rakam.

Tam rekabet prensibinin islemesi icin alici ve saticilarin fiyat bilgilerine erisiminin olmasi gereklidir. Tahmin edebileceginiz gibi bu bilgileri tuketicilere ulastiran bir web sitesi var: edmunds.com. Bu siteden arabalarin galericilere gelis fiyatlari, opsiyonlarin fiyatlari, uygulanan tum promosyonlarin listesine erisebiliyorsunuz. Bu bilgilere bakmadan alisverise giderseniz kaziklanacaginizin garantisini verebilirim (asimetrik enformasyon problemi).

O yuzden alisverise cikmadan once ev odevinizi yapmaniz gerekiyor. Honda Pilot'un etiket fiyati $29600 olmasina ragmen galericilere gelis fiyati $26900, yani arada $2700 bir kar marji var. Ancak millet salak degil, arabaya etiket fiyatini verip alan insan sayisi az. Edmunds Amerikali tuketicilerin bu arabayi ortalama $27900'a aldiklarini belirtiyor. Demek ki galericilerin araba basina gerceklesen kar marji $1000. Ayrica Kasim ayi suresince Honda sirketi satilan araba basina galericilere $1000 da ekstra komisyon veriyormus. Yani kar marji $2000'a cikiyor.

Bu bilgiler isiginda siz bu arabayi kac dolara alabileceginizi dusunursunuz?

New York sehrinin cevresinde bir suru galerici var. Bazi kucuk Amerikan sehirlerinde sadece 1-2 tane Honda galericisi olur. Rekabet eden galericilerin sayisinin cok olmasi galericilerin bir cesit kartel olusturmasini engelliyor. Tam rekabet kosullarinda akilli galericiler marjinal maliyetlerine bakarak pazarlik ediyorlar.

Bizim arkadas once galericileri tek tek arayarak ilgilendigi arabanin olup olmadigini ve butcesinin de $27500 oldugunu belirterek prosese basladi. Ikinci galericiyi aradiginda butcesinin $27000 oldugunu ve baska bir galericinin $27500 teklif ettigini belirtiyor. Bunlardan da tamam yanitini alinca ucuncu galericiyi arayip kendisine $27000 teklif edildigini ama butcesinin $26500 oldugunu belirtiyor. Son olarak kendisine en yakin galericiyi arayip kendisine $26500 teklif edildigini ama butcesinin sadece $26000 oldugunu soyluyor. Galerici de kendisini davet ediyor. Gidiyorlar, arabaya biniyorlar, vs. ve basliyorlar pazarliga. Galerici $26200'e kadar dusuruyor fiyati. Bizim arkadas teklifi kabul etmiyor ve kalkiyor, elinde yapilan teklifin belgeleriyle. Sonra basta $26500 teklif eden galericiye gidip kendisine $26200 teklif edildigini, bu fiyattan asagi bir teklif verip veremeyecegini soruyor. Onlar teklifi $26100'e dusuruyorlar ama arkadas $100 icin uzaktaki bir galeriden ziyade evimin yanindaki galeriden alirim diyor, neticede $26000'e arabayi aliyor.

Dikkat edin, arabanin gelis fiyati $26900. Galerici nasil olup da bu arabayi $26000'e satiyor? Cunku ureticiden $1000'lik promosyon aliyor. Neticede kari sadece $100. Yine de hic yoktan iyidir.

Turkiye'de ayni araba (varsa tabii) muhtemelen $75000'a falan satiliyordur. Niyesini bana sormayin, bunca yildir yedigimiz hurmalara bakin, simdi de mermerciler cikmis "bir de mermer hurmasi yiyin" diyorlar. Bu millet daha cok hurma yer gibime geliyor.
Read More!

Mortgage Krizi

Kafaniza koca koca mermer bloklari dussun.

Ege Maden İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Arslan Osman Erdinç, düşük kur, yüksek faiz politikası ve en çok ihracatın yapıldığı ABD’deki mortgage krizinin sektörü olumsuz etkilediğini belirterek, "Doğaltaş sektöründe ciddi yangın var. Sektörün ayakta kalabilmesi, üretim ve ihracat yapabilmesi için cansuyu istiyoruz" demis.

Komünizm nedir    iktisat Nedir  Devlet Üniversiteleri  Eğitim Nedir

Tavukculara, findikcilara, tekstilcilere, kartzedelere bir yenisi eklenmis oldu boylece. Mortgagezede mi desek yoksa mermerzede mi? Lafi fazla dolandirmayacagim. Basi dara dusen devletten para istiyor, daha once bu konuyu cok isledik. Mermer sektoru cyclical hareket eden bir sektor, yani talebin yuksek ve dusuk oldugu zamanlar var. Talebin yuksek oldugu zamanlarda mermerciler devlete ekstradan para vermemislerdir. Simdi talebin dustugu zaman devlet onlara niye para versin ki?

Bu biraz da turizmcilerin "kış geldi plaj turizmi darbe yedi, devlet yaza kadar bize para versin" demesi gibi birsey.

Ote yandan hukumet findikcilara para verdi, tavukculara da vermisti. Mermercilere vermemesi adaletsizlik degil midir? Adaletsizliktir.

Deveye boyun egri demisler, o da nerem dogru ki demis. Read More!

Hukuk ve Adalet: Hukukta ‘Garibanizm’

Hukuk ve Adalet çoğu zaman farklı ve çelişkili kavramlar. Hukuk objektif kuralları Adalet ise değer yargılarını ifade ediyor. Hukuka uygun olan bir davranış adaletli olmayabileceği gibi, size adil gelen bir olay hukuka aykırı olabiliyor.
26 Ekim tarihli Sabah gazetesindeki ‘Ekmek çalanla cüzdan boşaltan aynı değil’ başlıklı haberde mahkeme ile yargıtayın suçun büyüklüğüne ilişkin farklı yorumlarını değerlendiren bir haber vardı. Haberden anladığıma göre;
- Sanıklar A.S. ve A.K., silah zoruyla S.I'nın üzerinde bulunan 10 YTL'yi ve cep telefonunu alıp kaçıyorlar.
- Haklarında "yağma" iddiasıyla dava açılan sanıkların, gasp ettikleri eşyanın değeri ile paranın az olması nedeniyle cezalarında indirim yapılıyor.
- Dosyanın temyiz incelemesini yapan Yargıtay mahkemenin kararını bozuyor ve emsal kararında şu görüşleri dile getiriyor: "Yasaya göre çoğunu alabilme olanağı varken, yalnızca gereksinmesi kadar(örneğin birkaç meyve veya ekmek, yiyecek, bir iki defter, kalem veya sigara, bira ve benzeri) değer olarak az olan şeyi alma durumunda, olayın özelliği ve sanığın kişiliği de değerlendirilerek, yasal ve yeterli gerekçeleri de açıklanarak, uygulanabileceği gözetilmeden yakınandan alınan para ve cep telefonunun değeri az olmamasına karşın, suç konusu para ve eşyanın değeri az kabul edilerek indirim yapılması yasaya aykırıdır"
- Yargıtay "malın değerinin azlığı" halinde uygulanacak kriterleri de sıralıyor. Yargıtay'ın kriterlerine göre sanıklar, mağdurların üzerinde değeri az dahi olsa tüm para ve eşyayı alırsa ceza indiriminden yararlanamayacak.
Benim bu haberden çıkardıklarım:
- Bu haberi yazan gazeteci ne de gazetenin editörü yazılan haberi okumamış. Başlık, ilk paragraf ve içerik birbirleriyle çelişkili
- Eğer Yargıtay kararı gazetede doğru olarak alıntılanmışsa, vay o hükme göre yargılanacak adamın haline. Karardan hiçbir şey anlaşılmıyor. O karara dayanıp nasıl hüküm verilir? Bilmiyorum.....
- Demek ki Türk hukukunun adalet anlayışına göre ihtiyacı olduğu için çalan, çok çalana göre daha az suçlu. O yüzden daha az ceza almalı. (O zaman aynı mantıkla, ihtiyaç maksadıyla tecavüz edene, zevk için tecavüz edene göre daha az ceza vermemiz gerekir. Suçlu: ‘Hakim Bey, çok abazaydım. Affedin...’. Hakim: ‘Yaz kızım....Gereği düşünüldü. Sanığın çok ihtiyacı olması nedeniyle suçu işlediğine....Altı ay yatıp çıkmasına......’)
- Mahkeme ve Yargıtay neyin ‘az’ olduğu konusunda anlaşamıyorlar. Mahkemede ‘az’ mutlak, Yargıtay ‘nispi’ olarak değerlendiriyor. Yani birisinin cebindeki 10 YTL’yi çalarsanız mahkeme sizin küçük bir suç işlediğinizi, ama 10 YTL adamın cebindeki son para ise Yargıtay büyük bir suç işlediğinizi düşünüyor. (Bence Yargıtaydaki hakim ‘iktisat’ (iktisat nedir) kökenli. Nispi değerlerin önemini kavramış ve marjinal analizi özümsemiş)Yargıtay’ın bu kararını dikkate alan rasyonel gaspçıların bundan böyle günde 1 kişiyi çevirip tüm parasını almaktansa, 10 kişiyi çevirip üzerlerindeki paranın onda birini alacaklarını düşünebiliriz. Böylece gaspın mağdur üzerindeki yıkıcı etkisi azalacaktır. Dolayısıyla bu kararın sadece yargıda adaletin değil, gaspta da adaletin sağlanacağını düşünmek yanlış olmaz. Read More!

Bozuk Musluk

Bir sabah mutfaktaki musluk bozuluverdi. Musluk bu, bozulur bozulur. Ne yaptik, muslukcu cagirdik. Sagolsun hemen geldi. 5 dakikada tamir ediverdi. Tesekkur edip borcumuz ne kadar diye sorduk. Parasini verdik. Tesekkur etti. Sonra salona gecip oturdu, gazetesini okumaya basladi.

Usta, dedik, ne yapiyorsun? Eline saglik ama ihtiyacimiz kalmadi, lutfen gider misin evden? Giderim dedi, ama once tazminatimi vereceksin. Ne tazminati? Hizmetinin karsiligini verdik ya? O baska dedi. Burada alin teri doktum. Kazanilmis hakkim var. Isten cikarma parasi vermen lazim. Ne kadar? 30 gunluk ucret. Ne mubarek bir terimmis su "kazanilmis hak" denen sey? Insanin agzindan muhtira gibi cikiyor.

Bizim bu muhabbetimiz devam ederken kapi calindi. Karsimda internet servisinden iki kisi. Sistemi kontrol edeceklermis. Tabii benim gozup korktugu icin hemen sordum. Siz de mi tazminat isteyeceksiniz diye. Yok dediler. Tazminata falan gerek yok. Ama evde bulunan personel sayisi uce ciktigi icin, kanun geregi bir teror magduru, bir engelli, bir eski hukumlu, bir isyeri hekimi, bir isyeri hemsiresi, iş sağlığı ve güvenliği kurulu kurmakla ve iş güvenliği amacıyla bir mühendis veya teknik eleman calistirmam gerektigini, ayrica bir spor salonu ile bir kres veya anaokulu da acmamin ve calisanlarin gerekli ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla calisanlar tarafından kurulacak tüketim kooperatiflerine yer tahsis etmemin kanuni zorunluluk oldugunu belirttiler. Aksi taktirde calıştırılmayan her bir özürlü ve eski hükümlü için her ay 1.176 YTL, çalıştırılmayan her terör mağduru için her ay asgari ücretin 10 katı idari para cezası, digerleri ici ise ayda 784 YTL odemek zorunda kalacagimi soylediler. Bu kadar mi dedim? Yok dediler. Aslinda bir de emzirme odası kurma zorunluluğunuz vardi ama aramizda bayan eleman olmadigi icin simdilik buna gerek yok.

Lafi uzatmayayim. Salonu spor salonu yaptik. Cocugun odasini kres. Ev biraz kalabalik oldugu icin yakinda Misir'a tasinmayi dusunuyoruz.

Tesaduf bu ya gecen gun bu sefer banyodaki tuvalet bozuldu. Alafranga olan. Elime bir balyoz alip tuvaleti bir guzel parcaladim. Sonra gittim yenisini aldim. İthalmis. Dunyanin parasi ama olsun. En azindan basim rahat.

Guzel guzel oturup kahvemi yudumlarken gazete sayfalarina bir goz attim. Sirketler yeni isci almak yerine dunyanin parasini verip disaridan makine ithal ediyorlarmis. Boylece issizi cok, sermayesi az ulkem sermaye yogun uretime gecip verimlilik artisinda rekor kiriyormus. Issizlik almis basini gitmis. Ne olacak bu ulkenin hali ya! Yok mu cekirdeksiz hurma ureten bu ulkede? Read More!

Küçük ayrıntı

Biz ulusal gazetelerde köşe kapmış çomarlarla uğraşırken kendisine kıytırık bir köşe kapmış olan finonun teki aklı sıra bize cevap yetiştiriyor ya, benim asgari ücret yazıma da eski Sovyet vatandaşı kadınların Türkiye'ye gelip fahişelik yapmasını serbest piyasa aleyhine argüman olarak getirmiş. Tabi sormak gerekir bu insanların bu yola düşmesinden serbest piyasa sistemi mi sorumlu yoksa komünist rejim mi? Sosyalist ve devletçi düzenlerinizin günahını serbest piyasa sistemine yüklemeyin lütfen! İnsan bilmeden ya da düşünmeden konuşmaya başlayınca komik oluyor.

Bu kişinin daha Türkçe yazmayı bilmediği, ayrı yazılması gereken -de'ler, -da'lar ve -mi'ler yüzünden anlamayı zorlaştırdığı, yazdığı son dokuz yazıdan yedisi bizim yazarlarımıza hakaret ve aşağılama dolu, ama örneğini yukarıda verdiğim gibi içi boş teneke gürültülerinden oluştuğunu dikkatli okuyucularımız zaten fark etmişlerdir. Açıkçası itiraz niyetine getirdiği argümanlardan okuduğunu da anlamadığını düşünüyorum. Okulu bitiremeyişinin ya da akademik sefaletinin sebebini de profesörler olarak göstermişti. Ha bir de aşk yaşamış o yüzden. Bizim hiç ilişkimiz olmadı, biz tarlada yetiştik! Kendisi hariç herkes suçlu yani. Yine de karşı çıktığı sebest piyasa ve küreselleşmenin nimetlerinden (internet, google, blog) faydalanarak serbest piyasaya küfretmeyi maharet bilmek garip bir duygu olsa gerek. Kendisinin Ekonomix ile devam eden Citi davası da var ama köşeye sıkışınca dolar/YTL paritesindeki değişime sığınmıştı. Benim fındık yazıma da vatansever ve milliyetçi bir üslupla cevap vermişti arkadaş ama daha sonra Danimarka vatandaşı olduğunu açıkladı sitesinde. İnternet milliyetçiliği dedikleri şey böyle olmalı.

Edit: Kişisel polemiklerle işimiz yok. Ama arkadaş güzel bir prototip oluşturduğu için konu ettik. (Gazetede yazıyorsanız polemiğin her türlüsüne varız ama! Yanlış anlaşılmasın.)
Read More!

Öğretmenler günü ve zorunlu eğitim

Sonunda bu da oldu. 24 Kasım'da öğretmenler gunu yazısı yazmadık diye elestiri aldık. Ama bu öğretmenler günü denen şey her ülkede farklı günlerde kutlanıyor. Arjantin'de 11 Eylül, Çin'de 10 Eylül, Hindistan'da 5 Eylül, ABD'de Mayıs ayının ilk haftasında kutlanıyor. UNESCO tarafından ise 5 Ekim günü Dünya Öğretmenler Günü olarak kutlanıyor.

Türkiye'de 24 Kasım'ın Öğretmenler Günü olmasının gerisinde ise emekli bir generalin (bkz. Kenan Evren) imzası var. Tabi gerekçe her konuda olduğu gibi yine Atatürk'e dayandırılmış. Şimdi Atatürk'ü her şeye alet etmenin sakıncalarından bahsetsem muhtemelen "Atatürk düşmanı" olurum, dolayısıyla sesimi çıkarmıyorum. Bu arada "başöğretmen" Atatürk'ün hangi tarihler arasında öğretmenlik yaptığını merak ettim, araştırdım, bulamadım.

Tamam anlıyorum, eğitim kutsal bir vazife, Atatürk de kutsal bir insan. Dolayısıyla kraldan fazla kralcı olmayı sevenler açısından mantıklı bir yaklaşım olabilir. Ama mesela benim bildiğim bizim kültürümüzde ekmek de kutsal bir yiyecek. Atatürk'e başfırıncı ünvanı da verilmiş miydi? Verilmediyse neden verilmedi? Hak etmiyor mu? Bir ulus bugün yediği ekmeği ona borçlu değil mi? Yoksa bize yanlış mı öğrettiler?

(Bize yanlış mı öğrettiler kısmına geri döneceğim. Ama önce bir açıklama yapayım: Hayır, efendim. Atatürk düşmanı değilim. Bir çok tarihi figür gibi onu artısıyla eksisi ile anlamaya çalışıyorum. Ama sizin kalıplarınız ile "Atatürkçü" de, "Kemalist" de dğilim.)

Öğretmenler Günü konusundan buraya nasıl geldim ben de anlamadım. Ama bu gün dolayısıyla gündemle alakalı 'Erotik öğretmen' görevden alındı tarzı haber yapmaktan daha iyi yaptığımı düşünüyorum.

Bazı şeyleri bir öğrenci olarak bize yanlış öğrettiklerini farkettiğimde henüz bıyıklarım terlememişti. Yıllar sonra Catherine Baker'ın Zorunlu Eğitime Hayır isimli kitabını okudum. İzlenimler sitesindeki şu yazıyı görünce bu kitabı hatırladım. Ben 1990'lı yılların başında okumuştum ama kimbilir kime verdim de geri gelmedi, şu an elimde yok. Ama internette biraz bakınınca İmge Kitabevi tarafından Şubat 2006'da yeni baskısının yapıldığını gördüm. Kendinize bir iyilik yapın ve bu kitabı okuyun. Kitapta savunulan fikirlere katılır katılmazsınız orası ayrı. Benim aklımda kalan çarpıcı ayrıntılar olarak okul binaları ile hapishanelerin birbirine benzerliği ve çocukların neden her teneffüse sevinçle bağırışarak çıktığını sayabilirim. Bize birşeylerin yanlış öğretildiği gerçeği Baker'in "okulun, devletin kendine köle yetiştirmek için organize ettiği bir kurum olduğunu, yetişkinlerin, bu köle eğitiminden başarıyla geçtikleri için bunun farkına varmadıkları" tezi ile örtüşüyor.

Kendi geçmişime baktığımda, bugün geldiğim noktaya milli eğitim sistemi ve okullar sayesinde değil, milli eğitim sistemine ve okullara rağmen geldiğimi söylemekten kendimi alamıyorum. Karşıma çıkmış olan bir çok öğretmenden sadece birkaçının hafızamda kalıcı yer edindiğini, benim için yol gösterici olduğunu söyleyebilirim. Bu açıdan kendimi bazen şanslı bazen de şanssız olarak değerlendirmişimdir. Yıllar sonra istatistikte "law of large numbers" ve "central limit theorem"i anladığımda aslında bu durumun pek de şaşılacak bir durum olmadığının farkına vardım. Her meslekte olduğu gibi öğretmenlerin arasında da çok iyi örnekler çok kötülerle bir arada. Ama büyük bir çoğunluk vasatın iki standart sapma çevresinde.

Bu gelinen noktada kişi olarak öğretmenlerden daha çok sistemin çarpıklığının payı olduğunu düşünüyorum. Her konuda olduğu gibi bu konuda da muşevvikler sistemi işliyor (incetives matter). Bugünkü eğitim sisteminde ne yazık ki iyi örnekler sistem tarafından cezalandırılıyor, kötü örnekler teşvik ediliyor, sistem iyi örnekleri vasat olmaya zorluyor.

Peki çözüm ne? Aşağıya sistemde çarpıklığı giderecek bazı çözüm önerilerini sıralıyorum. Lütfen hemen klavyeye sarılıp hararetli itirazlara başlamadan önce neyi savunduğunuzu, savunduğunuz şeyin olası pozitif ve negatif sonuçlarını gözden geçirin.

1. Zorunlu eğitim kaldırılsın. Bugün uygulanan zorunlu eğitim sisteminin negatif etkilerinden birisi ailelerin çocuklarının eğitimlerini aksatmasıdır. İster köyde olsun ister şehirde, çocuğunu herhangi bir okula kaydettiren ebeveyn kendini görevini yapmış hissediyor ve çocuğunun eğitimi ile neredeyse hiç ilgilenmiyor. Çünkü zaten karar verme şansı da yok. Zorunlu eğitim kaldırılırsa bütün yük ailelerin (ebeveynlerin) sırtına bineceğinden daha iyi sonuç alınacaktır. Gerek çocuklarının eğitimi konusunda gerekse doğru okulu seçme konusunda.

2. Tevhid-i tedrisat kanunu kaldırılsın. Bu kanun ümmetten millet aşamasına geçişte önemli rol oynamış olabilir. Ancak bugün sistemin çarpıklığının en önemli nedenlerinden biri. Eğitimde hedefimiz eşitlik ya da herkesin aynı eğitimi alması değil, çeşitlilik ve özgürlük olmalıdır. Kemalistler kafalarındaki "öcü dinci okullar" hayaletinden, dinciler de "bu okullar çocuklarımızı dinsiz yetiştirecek" korkusundan ve önyargısından kurtulması lazım. Yasaklar her iki grubu da marjinalleştirmekte yer altına itmektedir. Bırakın isteyen çocuğuna dini eğitim versin isteyen bale eğitimi, isteyen de her ikisini de ya da hiçbirini. (Bale eğitimi ve dini eğitim birbirinin alternatifi değildir, sadece örnek veriyorum.) Hatta dileyen kutuplarda pancar yetiştirme okulu bile açabilir. Öğrenci bulacağına güveniyorsa neden olmasın? Eğitimde çeşitliliği sağlar zorunlu eğitimi de kaldırır ailelerin özgürce karar vermesini sağlarsak müşevvikler sistemi daha iyi olanı ödüllendirecektir.

3.Öğretmenlere ve okullara verilen teşvikler kaldırılsın, eğitim konusunda illaki de teşvik verilecekse öğrencilere ve ailelere verilsin. Herhangi bir piyasada eğer devlet eliyle teşvik verilecekse bu teşvik üreticilere değil tüketicilere verilmeli, üreticiler değil tüketiciler korunmalı ya da desteklenmelidir. Eğitim hizmetini düşündüğümüz zaman da aynı kural geçerlidir. Bugünkü sistemde aileler okullar için birbiri ile yarışmaktadır. Ancak okul ve öğretmenler yerine öğrenciler ve aileler desteklenirse okullar aileler için birbiri ile yarışacaktır. Siz hangisini tercih edersiniz?

4. YÖK lağv edilsin, gerek üniversiteler, gerekse liseler bağımsızlığa kavuşsun. İsteyen okul paralı eğitim yapsın, isteyen parasız. Aileler de istediği okulu seçmekte özgür bırakılsın. Devlete göbeğinden bağlı bir akademik ortamda yaratıcı düşünce ve kaliteli eğitim mümkün değil. Üniversiteler gerekirse yer çekimi kanununun bile tartışılabildiği özgür ortamlar olmalı.

5. Her öğretmene eşit maaş, eşit statü gibi saçma uygulamadan vazgeçilsin. Farklı performansa farklı ücret ödenmesine izin verecek piyasa mekanizmasının önündeki engeller kaldırılsın. Yeterlilik konusu saçma sapan sınavlarla değil tecrübe ile belirlensin. Bu konuda da karar merkezi sınav sistemi ile alınmasın her okulun kendi inisiyatifine bırakılsın.

İlkokulda aynı sıraları paylaştığım arkadaşlarımdan bazıları öğretmen olmayı tercih edip milli eğitimin çarkları arasına girdiler. Ancak kabaca bir değerlendirme yaptığımda çoğunun gerçekten öğretmen olmak istedikleri için değil, üniversite sınavında daha iyi bir alternatife yetecek puan alamadıkları için öğretmen olmayı tercih ettiklerini görüyorum. Yani sistem iyileri ayıklayıp başka birşey yapamayanları öğretmen olmaya teşvik ediyor gibi görünüyor. Böyle bir sistemden mucize beklemek için fazla iyimser olmak gerek.

Bense gerek üniversite öğrenciliğim sırasında gerekse daha sonra özel dersler verdim, piyasanın içinde bulundum. Eğitim sisteminin ürünleri olarak normal çarpma ve bölme işlemini dahi yapamayan ama üniversiteye devam eden öğrencilerim de oldu, eğitim sisteminin çarkları arasında ezilen cevherlerle de karşılaştım. Bugün, arkadaşlarımın aksine, yapabileceğim bir sürü meslek arasından sıyrılıp sadece öğretmeyi sevdiğim ve sevdiğim işi yapmak için öğretmenlik mesleğini seçmiş bulunuyorum. Bu yüzden, başta öğretmenlerin (öğretmen olan okuyucumuz varsa) ama tüm okuyucularımızın burada yazılanları hariçten gazel okumak olarak değil de kendi içlerinden birinin "yapıcı" önerileri olarak dikkate almalarını tercih ederim.

Edit: Kutlamayı untmuşum. Bütün öğretmenlerimizin öğretmenler günü kutlu olsun. Daha iyi olan öğretmenlerimizinki daha kutlu olsun.
Read More!

Geyik Haberler Cogaliyor

Geyik ekonomi haberciligi sadece Turkiye'ye mahsus bir durum degil. Bugunlerde Amerikan medyasinda da sik sik "dolarin deger kaybetmesiyle turistler alisveris icin Amerika'ya hucum ediyor" konulu yazili ve gorsel haberlere rastliyorum. Dogrudur, ipini koparan 3-5 tane Avrupali ve Kanadali Amerika'ya alisveris yapmaya gelmistir. Ancak bu haberlerde ima edildigi gibi bu durum Amerikan ekonomisini canlandiracak bir durum teskil etmemektedir.

Turistlerin en cok geldikleri yaz aylarinda bu yil rekor kirilmis ve turistler $30.7 milyarlik alisveris yapmislar. Bu gecen seneye gore %14'luk bir artis ifade ediyormus.

Amerikan ekonomisi $14 trilyon civarinda bir ekonomi. Turistlerin yaptiklari ekstra alisveris miktari enflasyonu dustukten sonra %10'un biraz uzerine denk geliyor, bunu bir senenin butunune yaydigimiz zaman ortaya cikan ekstra alisveris miktari $10 milyar gibi rakama karsilik geliyor. $10 milyar Turkiye icin buyuk bir rakam olabilir ama bu Amerika'nin buyumesini %0.1'in altinda bir oranda etkiliyor sadece. Hadi yukari dogru yuvarlayip 1000'de bir arttirdi diyelim.

Bu kadar gurultu kopartmaya, veya ustu kapali olarak umut vermeye degecek bir rakam mi? Amerikan ordusu Irakta bu kadar parayi her ay harciyor.

Ekonomi habercisinde perspektif olmasi lazim. Yoksa bu yazida verdigim ornekte goruldugu gibi pireyi deve yaparlar.
Read More!

Fiyat kısıtlaması

Bu yazida fiyat kısıtlaması konusuna deginecegiz. Elinizde ikinci el bir araba olsun. Piyasa değeri de 3,000 YTL olsun. Normal şartlarda, ikinci el piyasasında bu ücreti ödeyecek birini bulup bu arabayı satabilirsiniz. Birinci el araç piyasasına göre elinize oldukça cüzi bir para geçecektir. Elinizdeki ikinci el aracı satıp bu para ile birinci el piyasasından yeni bir araba almayı düşünmüşseniz planlarınızı yeniden gözden geçirmeniz gerekir. Zaten aklı başında kimse bu şekilde bir plan yapmaz. Diğer yandan ikinci el piyasada belirlenecek fiyat aracın modeline, markasına, motor hacmine, ne kadar ve nasıl kullanıldığına, kaza geçirip geçirmediğine göre değişecektir. Ancak zaten biz baştan piyasa değeri 3,000 YTL diyerek bütün bu faktörleri tek bir fiyatın içinde zımni olarak ifade ettik.

Şimdi hükümetin ikinci el piyasasındaki 3,000 YTL fiyatın birinci el piyasasına göre oldukça düşük olduğu gerçeğini dikkate alarak, ikinci el araba piyasasında satılan arabalara 5,000 YTL'den az ücret ödenmesini yasakladığını düşünün. Karşınızda iki seçenek vardır: Birincisi ya aracınıza 3,000 YTL ödemeyi kabul edecek birini bulup gizli bir şekilde bu işi gerçekleştirmek, ya da resmi anlaşmada 5,000 YTL gibi fiyat gösterip tahsilatı 3,000 YTL üzerinden yapmak. Diğer seçeneğiniz ise bu aracınıza 5,000 YTL ödemeyi kabul edecek bir enayi bulmak. Yoksa araba elinizde kalacaktır.

Kalkıp size birisi hükümetin bu düzenlemeyi sizin iyiliğiniz için yaptığını ve bu düzenleme sayesinde sizi koruduğunu söylese o kişi döver misiniz sabaha mı saklarsınız bilmiyorum. (kapitalizm nedir)

Yukarıdaki örnek istihdam piyasasına uygulandığında, asgari ücret düzenlemesinin neden kaçak işçi çalıştırmayı özendirdiği ve aynı zamanda nasıl işsizliğe neden olduğu gayet güzel anlaşılıyor. Vasıfsız ve kalifiye olmayan ama çalışmak isteyen kişilerin oluşturduğu istihdam piyasası ikinci el araba piyasasından farksızdır. Eğer asgari ücret düzeyinde bir emeğiniz yoksa kaçak çalışmaktan ya da size emeğinizin karşılığının daha fazlasını ödeyecek bir enayi bulmaktan başka seçeneğiniz yoktur. Sonra da asgari ücret uygulamasının işçileri koruduğunu anlatan masallara artık nerenizle gülersiniz bilmiyorum.
Read More!

Iki Kisa Yorum

Zafer Caglayan 'Merkez Bankası bağımsızlığı' ilkesi nedeniyle artık bankaya ilişkin yorum yapmayacağını söylemis. Herhalde Merkez Bankasinin bagimsiz oldugundan yeni haberi oldu!!

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'na 23 katlı, 45 bin metrekarelik hizmet binası, 5 bin metrekarelik de sosyal tesis yapılacakmis. Yetmez baba, soyle eliniz degmisken 60-70 katli bir seyler yapin, her bir calisana da bir daire verirdiniz, paralar nasilsa agacta yetisiyor, borclara %10 reel faizi de Tanzanyalilar veriyor.
Read More!

Mahfi Eğilmez kur ve para politikalarını bilmiyor olamaz

Gözü kurdan başka bir şey görmeyenler kervanına maalesef Mahfi Eğilmez de katılmış.

Bugünkü yazısında kur ve para politikalari hakkinda şu sonuca ulaşmış: "Türkiye'nin verdiği yüksek reel faiz, yüksek miktarda yabancı kaynak çekmekte, o da kurun düşük kalmasına ve enflasyonu baskılamasına yol açmaktadır. Yani Türkiye, enflasyonu düşürmek için kuru baskılamayı ve dolayısıyla faizi yüksek tutmayı bir para politikası aracı olarak seçmiş görünmektedir. Para politikası diye uyguladığımız şey ne yazık ki bundan ibarettir."
Yapmayın Mahfi Bey. Güngör Uras ya da Yiğit Bulut yazsa neyse de size yakışmıyor.

Mahfi Eğilmez'in iktisat ve maliye diploması var. Kamu maliyesi alanında Gazi Üniversitesi'nden doktorası var. Çeşitli kamu görevlerinin ardından 1997 yılında Hazine Müsteşarlığı yapmış. Şu anda da Garanti Bankası'nın ortaklarından Doğuş Grubu'nun finansal kuruluşlarında üst düzey yöneticilik yapıyor. Bir yandan da Radikal'de ekonomi üzerine yazılar yazıyor.

Biraz eski defterleri karıştırdım: 1997 yılı başında ikincil piyasa faizi yüzde 98.4 imiş. Aralık ayını ise yüzde 111.8 ile kapatmış. Enflasyon 1996 yılı sonunda yüzde 75.7 iken 1997 yılını yüzde 99.1 seviyesinde gerçekleşmiş. Bir de kura bakalım. Dolar kuru 1997 yılı başında 107.775 TL'den yıl sonunda 205.245 TL'ye yükselmiş. Reel kur endeksi de (TCMB 1997 baz yılı) 1996 yılı sonunda 101.7 iken 1997 yılı sonunda 115.9 olmuş.

Bu iç açıcı rakamlardan sonra yorum yapmaya gerek var mı bilmiyorum. O güzel günlerde "düşük kur yüksek faiz" politikası yerine "yüksek kur düşük faiz" politikası uygulanıyormuş. Ve o günlerin ne kadar güzel olduğunu çoluk çocuk herkes çok iyi hatırlıyor.

Herhangi bir iktisat (iktisat nedir) kitabını açan herkes görebilir ki açık ekonomilerde döviz kurunu sabitlerseniz para politikası araçlarını kullanamazsınız. Dalgalı kurda ise maliye politikalarını. aynı zamanda açık ekonomilerde hem döviz kurunu hem de faiz oranlarını belirleme gibi durum da mümkün değil. Bunları Mahfi Bey'in bilmeme ihtimali yok.

Diğer yandan Mahfi Bey "enflasyonu düşürmek için kurun baskılandığı" şeklinde efsaneleşmiş bir argümanı dillendiriyor. Kusura bakmasın ama ortaokuldan terk Anadolu esnafı bu masala inanabilir. Ama "enflasyonun her zaman ve her yerde parasal bir olgu olduğunu" bilen herkes kurun enflasyon oranlari üzerinde sadece dolaylı etkileri olduğunu enflasyonun tamamen para basmaktan kaynaklandığını hatırlayacaktır. Ama gözünüzü kur bürümüşse, bütün denklemlere kuru tek değişken olarak koymakta bir sakınca görmezsiniz.

Tekrar edelim: Kur ile enflasyon ya da faiz oranları arasında hiç bir ilişki yok denemez. Ama hem enflasyonu hem de faiz oranlarını sadece kur etkiler demek tamamen bambaşka birşeydir.

Enflasyonu bir arabanın hızına benzetirsek, aracın motor hacminden, lastik ayarlarına kadar bir çok faktör aracın hızını etkileyecektir. Kur bu detaylardan sadece biridir. Para politikası kapsamında ele alırsak, para basma olayı arabayı kullanan kişinin gaza ya da frene basması gibidir. Şimdi kalkıp ayağımın gaza basması enflasyonu etkileyen faktörlerden sadece biridir, önce şu lastikleri (döviz kuru) değiştirelim de araba daha yavaş gitsin demek ne kadar komikse herşeye kur gözlüğüyle bakmak da o kadar komik!
Read More!

BLS Verilerle Oynuyor!

Carpe Diem, Michigan Üniversitesi'nden Prof. Mark J. Perry'nin ekonomi blogu. Bu blogdan geçenlerde Mankiw'in blogunda yayınlanan bir yazı sayesinde haberim oldu. O zamandan beri izliyorum. Güzel yazılar çıkıyor, size de tavsiye ederim. Neyse, bu blogda dün çıkan bir yazıda ABD ekonomisinin neden resesyona doğru gitmediğine dair altı neden denildikten sonra çeşitli eyaletlerdeki işsizlik oranlarının düşüklüğünden bahsediliyordu. Fakat benim ilgimi bu yazıdan çok okuyucuların bu yazıya yaptıkları yorumlar çekti. Ben baktığımda dört yorum vardı ve bunlar şöyleydi:

4 Comments:

At 12:45 PM, Anonymous said...

Ooops....did you forget California?

At 1:46 PM, Anonymous said...

Mr. Carpe Diem, you continue to smoke some SERIOUS crack. Keep relying on those government-generated jobs numbers! How about this: why don't you show us the % of birth/death jobs created as a percentage of total jobs created over the last twelve months? Or maybe you could explain to us how the actual unemployment rate calcultion methodology has changed since 1990? Seriously, you are embarassing yourself.

At 6:35 AM, juandos said...

Forget California?!?! Isn't California TAXING itself out of the employment business or hadn't you noticed?

anon @ 1:46 p.m. whines: "Keep relying on those government-generated jobs numbers! How about this: why don't you show us the % of birth/death jobs created as a percentage of total jobs created over the last twelve months?"...

Why don't you? If YOU have more credible numbers (not Krugman numbers) than what the BLS has, roll them out!

Speaking of someone who should be embarassed about what he/she posts, have you no idea what your comment reads like?

Just curious, are you a Marxist?

At 10:54 AM, Anonymous said...

Marxist? Hardly.

Listen, I apologize for being so caustic in my post above. That was wrong. That is not an efficient, effecitve, or polite way to communicate. So let me start over.

I believe the numbers out of Washington are totally politicized. TOTALLY. And they have been for years. If you take the time to go to John Williams' website and read it for yourself, you'll learn some interesting things. John's been tracking the changes in calculation methodologies for nearly thirty years, and he knows all the games being played. And it's not like the gov't is hiding the changes! The changes are all in the footnotes.

http://www.shadowstats.com/cgi-bin/sgs/article/id=341

The link above explains how the jobs numbers are calculated and how that process has changed over the years to radically understate the jobless rate here in the USA.

http://www.shadowstats.com/cgi-bin/sgs/article/id=343

The link above explains how the CPI numbers are calculated and how that process has changed over the years to radically understate reported inflation.

http://www.shadowstats.com/pdf/779-626538446.pdf

The link above is an interview with John Williams by Kathryn Welling from Weeden. This is a great primer.

Beyond that, the most important thing is not necessarily to care what the real numbers are, IMO. The most important thing is to trade the tape. That's it. To rail against the numbers is fun, but it's really pointless if you want to make money.

And by the way, I do like Kudlow at market bottoms. It's when we are making a top that he's insufferable. He's blind to the biases of the data, blind to the implications of a market overshooting its rational endgame, willing to suspend disbelief for the sake of his own philosophy of America and the Republican party. Not that there's anything wrong with that! But there is (kinda) if you do want to paint an accurate picture of what is going on. And I'm a Libertarian.

Post a Comment

Vay anasını!!! Bu tartışma size de fazlasıyla tanıdık gelmedi mi? Ben böyle şeyler sadece Türkiye'de olur sanıyordum. Meğer BLS de verilerle oynuyormuş! Sadece BLS de değil, ABD'nin bütün istatistik kurumları. İyi de birader o zaman biz bu iktisatçılık (iktisat nedir) işini bırakalım. Eğer herkes verilerle oynuyorsa biz neye bakıp değerlendirme yapacağız? Bu işe devam edeceksek de galiba en iyisi bazı iktisatçıların yaptığı gibi kendi verimizi kendimiz üretmek olacak!!

Bu arada ABD'de verilerle oynandığını iddia eden okuyucunun verdiği linklere gidip baktım. Gerçekten ilginç şeyler var. John Williams (adını ilk kez duyuyorum) ABD'nin Mustafa Sönmez'i (verilerle oynadığı gerekçesiyle TÜİK'i mahkemeye vermeye kalkmıştı, sonra ne oldu bilmiyorum) falan galiba. John Williams'ın internet sitesi şurada. Bu sitede şu sayfada çok ilginç istatistikler var. Millet ABD resesyona mı gidiyor diye tartışıyor ama meğerse bu ülke 1990'ların başından beri resesyondaymış, kimsenin haberi yok!!!
Read More!

Issizlik ve Enflasyon Problemlerinin Cozumu: Mikro Reform

Iki gun once issizlik ve enflasyon problemlerinin ayni anda cozumunu okurlarimiza sormustuk. Bir okuyucumuz isci/isveren iliskilerinde isveren lehine bir dengesizlik oldugunu belirtiyor (Bahsedecegimiz cozum bu problemi de buyuk olcude azaltacaktir). Diger okuyucularimiz ise teknoloji ve verimliligi arttirmamiz gerektigini, bunlari saglamak icin de devletin tasarruflarini arttirip bu alanlara yatirim yapmasi gerektigini belirtiyor. Ozunde dogru cevaplar.

Hukumet butce acigini azaltma ve borc yukunu reel olarak dusurme teknolojisine/yetenegine sahip. Zaten son 5 senedeki basarilarinin ardinda da bu yatiyor. Yine de bu stratejinin bize marjinal getirisi son yillarda azaldi. Buna ek olarak yeni bir teknolojiye/yetenege ihtiyacimiz var.

Mikro Reform. Issizligi ve enflasyonu dusurecek olan teknoloji mikro reform teknolojisidir. Tabii mikro reform lafini bir suru kisi kullaniyor ama ne oldugunu bilmiyor. Mikro reformdan kastedilen piyasalarin serbestlestirilmesidir. Aciklayayim.

Turkiye'deki piyasalarin cogunlugu oligopoli, yani bir kac kisi veya organizasyonun kontrolu altinda. Bu hem isveren hem de isciler icin gecerli bir onerme. Isverenler rekabetin kisitli oldugu piyasalarda faaliyet gostererek mallarini olmasi gerekenin ustunde bir fiyata satmaktadirlar. Bu piyasalara yeni rakiplerin girmesini engellemek icin bir suru entrika cevirmekten de kacinmazlar. Ayni durum sendikalar icin de gecerlidir. Sendikalar kendi mensuplarina daha yuksek ucret saglarlar ama bunun faturasi isi olmayanlara cikar. Neticede isverenin maliyeti yukselir ve bu da fiyatlara yansir. Toplamda daha az uretimi daha yuksek birim maliyette yapariz ve dunya fiyatlariyla rekabet edemeyecek fiyatlarda satariz.

Piyasalarin serbestlesmesi durumunda uretim buyuk oranda artacak, olcek ekonomisinden dolayi maliyetler dusecektir. Piyasadaki rekabet sirketleri daha yaratici olmaya zorlayacak ve sirketler hem verimliliklerini arttiracaklar hem de yeni teknolojiler gelistirmek zorunda kalacaklardir. Artan verimlilik ve teknolojik gelismeler maliyetleri bir kademe daha dusurecek ve ihracat potansiyelimiz artacaktir. Artan talebi karsilamak icin sirketler daha cok isci calistirmak isteyecekler ve bu da issizlik problemini cozecektir. Maliyetlerin dusmesiyle birlikte ise birakin enflasyonu deflasyon (deflasyon nedir?) bile yasamamiz mumkun, hem de petrol $150 olsa bile. Amerika dunyanin en serbest piyasalarindan bir tanesine sahip ve issizlik orani da en dusuk ulkelerden bir tanesi. Son 10 yilda Cin'e ve Hindistan'a milyonlarca is kaybetmesine ragmen ve artan nufusuna ragmen issizlik oranlarini %5'in altinda tutmayi basardilar. Bunlar tesaduf degil.

Ben sahsen hukumetin bu beceriyi edinebilecegini ve mikro reformlari gerceklestirecegini dusunmuyorum. Ugur Gurses de benimle ayni fikirde gorunuyor. O yuzden ben issizlik ve enflasyon konusunda 2008 yili icin karamsarim. Hatta ekonomi yonetiminin icinde yer alan bazi kisilerin piyasalari serbestlestirmelerini birakin, bizi tam tersi yonde adim atmaya zorlayacaklarini dusunuyorum. Turk milli takimindan nasil Avrupa Sampiyonu olmazsa, Turk ekonomisinden de bu yonetim anlayisiyla Avrupa sampiyonu olmaz.
Read More!

Liberalizm

Ben liberalizmden veya muhafazakarlik gibi terimlerden pek anlamam. Amerika'da muhafazakar olan Turkiye'de liberal diye tanimlaniyor, ekonomik muhafazakarlik ve ekonomik liberalizmin farkini anlatin deseniz anlatamam. O yuzden bu terimleri hic kullanmam, genelde kapitalizm ve sosyalizm gibi terimleri kullanmayi tercih ederim.

Derin Dusunce blogu ise bu islerden bayagi anliyor gibi gorunuyor. Gitmisler Fransiz liberal ekonomist Pascal Salin ile evinde mulakat bile yapmislar.

O sayfaya gittiginiz zaman, sayfanin ust kosesinde Ekonomi Turk'un banner'ini da gorebilirsiniz. Banner takasi yaptik Derin Dusunce ile. Banner hakkindaki goruslerinizi bekliyorum, hukuka aykiri bir durum varsa onu da belirtin lutfen.
Read More!